21 Aralık 2008 Pazar

Demiurg Düşüncesi

Bütün gnostik geleneklerde ilahi alemden düşüşün ve karanlık alemiyle yapılan aktif mücadele döneminin en önemli safhasını yaratıcı tanrı demiurgun sahneye çıkması oluşturur. Kelime anlamı itibarıyla Yunancada “halk için çalışan, zanaatçı” anlamlarına gelen demiourgos terimi, eski Yunan’da bazı yerlerde yalnızca rahiplik ve yüksek görevler üstlenen ayrıcalıklı kişilere verilen bir ünvan olarak kullanılırdı.[63] Bu terimin “yaratıcı tanrı” anlamına ilk kez kullanımını Plato’da görmekteyiz. Plato (Eflatun), Timaios’ta evreni yaratan tanrı için demiurg terimini kullanır ve onu bilmenin zorluğundan, bildikten sonra da onu herkese anlatmanın güçlüğünden bahseder. Ayrıca yaratıcının iyi olduğunu ve yaratma işinde iyi bir modeli örnek aldığını vurgular.[64] Yaratıcı tanrı için demiurg teriminin kullanılması sonraki dönemlerdeki Eflatuncular tarafından da sürdürüldü. Orta Eflatunculuğun (Middle Platonism) bir temsilcisi olan Numenius, ilk tanrının aktif olmadığını, ancak onun yaratıcı tanrı demiurgun babası olduğunu savundu. O, dünyanın yaratıcısı olan tanrının Plato’nun demiurguyla özdeş olduğunu ifade etti.[65] Aynı şekilde Yeni Eflatunculuğun temsilcisi olan Plotinus da demiurgun yaratıcı tanrı olduğunu belirtir ve onun önce evrensel ruh olarak da ifade edilen duyular alemini, daha sonra da bireysel ruhları yarattığını savunur.[66]

Eflatun ve takipçilerince yaratıcı tanrı için kullanılan demiurg terimi Valentinus gibi bazı gnostiklerce de kullanıldı. Öte yandan Maniheist metinler, Sâbiî literatürü ve diğer birçok gnostik dokümanda yaratıcı tanrı için demiurg terimi kullanılmaz, fakat bunun yerine ya baş arkon, yönetici, büyük ifrit veya hayat ruhu gibi terimler ya da aşağıda göreceğimiz gibi çeşitli başka isimler kullanılır. Bununla birlikte, gnostisizmdeki yaratıcı tanrı niteliği ve taşıdığı karakterler açısından her ne kadar Eflatun ve takipçilerinin yaratıcı tanrılarından farklı olsa da demiurg terimi hemen hemen bütün modern araştırıcılarca gnostik geleneğin yaratıcı tanrısını ifade etmede kullanıldı.

Demiurg düşüncesi, gnostik kozmogoni ve antroponi öğretilerinde merkezi rol oynayan bir husustur. Zira demiurg, birçok gnostik mitolojiye göre tanrıdan uzaklaşmayı, günahkarlığı, cehaleti ve aymazlığı kendisinde had safhada toplayan bir figürdür; maddi alemin ve insanın yaratıcısıdır. Öte yandan Maniheizm gibi bazı gnostik akımlar ise kozmosun ve insanın yaratıcılarının farklı varlıklar olduğuna inanırlar. Örneğin Maniheizme göre kozmosun düzenleyicisi olan yaratıcı güç tanrıdan uzaklaşmış günahkar bir varlık değil, aksine karanlıkla mücadele sırasında yüce tanrı tarafından kasıtlı olarak gönderilen bir ilahi elçidir. İnsanın yaratıcısı ise kötü güçlerdir.

Gnostik metinlerde demiurga çeşitli isimler verilir. Sâbiî kutsal kitaplarında yeryüzünün ve insanın bedeninin yaratıcısı olan güce Ptahil adı verilir. Ptahil isminin Mısır tanrısı Ptah ile Semitik tanrı El’in bir kombinasyonu olabileceği ileri sürüldüğü gibi, bu ismin Aramca pth (açmak, başlatmak) fiil kökünden türemiş olabileceği de iddia edilmiştir. İsmin “maddi alemin başlatıcısı” anlamına Aramca fiil kökünden türetilmiş olabileceği kuvvetli bir ihtimaldir. [67] Ginza’da demiurg için kullanılan bir başka isim ise Gabr’il (Cebrail)’dir. Bu ismin Ptahil’e verilen gizli bir isim olduğu ifade edilir. İleride de ifade edeceğimiz gibi, bazı Yahudi gnostik akımlarında tanrının gizli isminin veya tanrının meleğinin demiurg olarak görev yaptığı inancı mevcuttur. Sâbiîlerin demiurgun gizli isminin Cebrail olduğuna dair kanaatlarını Yahudi gnostik çevrelerindeki bu tasavvurla birlikte düşündüğümüzde ve Sâbiî erken dönem tarihinin Yahudi heterodoksisiyle yakından ilişkili olduğu gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda, Sâbiîlikteki bu hususun Yahudi gnostisizminden bir adaptasyon olduğunu söyleyebiliriz.[68]

Demiurgu ilahi alemden düşmüş kötü tabiatlı bir varlık olarak görmeyen Maniheizmde, karanlık güçleri tarafından tutsak edilen Urmensch’i bir çağrıyla kurtardıktan sonra onunla birlikte tutsak edilen diğer ışık varlıklarını da kurtarmak için kozmosu yarattığına inanılan ilahi elçiye Hayat Ruhu (ruha hya) denilir.[69] Öte yandan bir bakıma insanın yaratıcısı olarak kabul edilen erkek ve dişi ifritler ise Aşkalun (Aramca’da “aptal” anlamına gelen Saklas’ın bir diğer formu) ve Namrael (ya da Nabrael) adını taşırlar.[70]

Nag Hammadi Literatürü’ne ait gnostik metinlerde demiurg için çeşitli isimler kullanılır. Adem’in Vahyi’nde demiurg için kullanılan isim Sakla ya da Saklas’tır.[71] Arkonların Tabiatı ve John’un Apokrif Kitabı gibi diğer çeşitli metinlerde de demiurgun -kullanılan öbür isimlerin yanısıra- Sakla (aptal) olarak adlandırılması, demiurgun mağrur, sapkın ve cahil karakteriyle yakından ilişkili olmalıdır. Arkonların Tabiatı ve John’un Apokrif Kitabı’nda demiurg için kullanılan diğer isimler Samael ve Yaltabaoth’dur. John’un Apokrif Kitabı’nda demiurgun üç isminin bulunduğu; bunlardan ilkinin Yaltabaoth, ikincisinin Saklas ve sonuncusunun ise Samael olduğu vurgulanır. Bu isimler arasında ise özellikle Yaltabaoth ön plana çıkarılır. [72] Diğer taraftan Arkonların Tabiatında demiurgun Samael ismi öncelikli olarak zikredilir ve onun “kör tanrı” olduğu için bu ismi taşıdığı ima edilir.[73] Yahudi literatüründe (özellikle Amoraik dönemden itibaren) önemli bir yere sahip olan Samael terimi, farklı dönemlere ait Yahudi kaynaklarında (1) Şeytan anlamına, (2) ölüm meleğinin bir ismi olarak, (3) Mars’tan sorumlu meleğin ismi olarak ve (4) genel olarak ifritler için kullanılan bir isim şeklinde kullanılır. Bunlar arasında özellikle düşmüş varlık Şeytan için kullanılan yaygın bir isim olması dikkat çekicidir.[74] Yaltabaoth terimi ise Aramca bir kökene dayanmakta ve muhtemelen “Sabaoth veya Abaoth’u meydana getiren” anlamına gelmektedir.[75] Öte yandan Dünyanın Menşei Üzerine başlığıyla bilinen gnostik dokümanda, demiurgun karanlık suların derinliğinde oluşumuna (düşüşüne) neden olan Sophia’nın, ona “çocuk, buraya geç gel” demesi nedeniyle bu ifadeye denk bir terim olan Yaldabaoth’un ona isim olarak verildiği, ancak aslında bilgelerin onu Ariel olarak adlandırdıkları belirtilir. Ayrıca Ariel isminin ise onun aslana benzer yapısıyla ilişkili olduğuna dikkat çekilir.[76]

Çeşitli gnostik geleneklerde demiurg için diğer bazı isimlerin de kullanılması söz konusudur. Kozmosun ve insanın yaratılışında iki gücün (tanrı ve bir diğer güç) varlığı konusunda spekülasyon yapan Yahudi gnostik ekollerinden bazıları, yüce tanrının yanısıra “tanrının gizli ismi”nin, tanrının meleği Yaoel (Jaoel, Küçük Yahve) veya Metatron’un ve son olarak mitolojik Adem’in (Adam Kadmon) yaratıcı güç (demiurg) olarak algılandığını ima eden spekülasyonlar yaparlar.[77] Milattan sonra ikinci yüzyıl Hıristiyan gnostiklerinden olan ve yüce tanrı ile yaratıcı gücü birbirinden ayıran Basilides, Yahudi tanrısının (Yahve’nin) yaratıcı tanrı olduğunu söyler. Bu yaratıcı tanrı için Abrasax (ya da Abraxas) ismini kullanır. Muhtemelen Abrasax, Yahudilerce telaffuz edilmemesi gereken bir isim olan (tetragammon) Yahve terimini ifade eden gizemli bir ibaredir. Bunun 365 sayısal değerini taşıyan bir terim olduğu da belirtilmektedir.[78] Yine ikinci yüzyıl Hıristiyan gnostiklerinden Sinop’lu Marcion da demiurg konusunda hemen hemen çağdaşı Basilides’i takip eder; tanrısal gücü ikiye ayırarak Eski Ahit’in tanrısı olan “Hukuk Tanrısı”nı acımasız yaratıcı güç olarak tanımlar.[79] Ortaçağın Hıristiyan gnostik ekollerinden Bogomiller ise madde ve insanın yaratıcısı olan demiurgu Satanael (Şeytan) olarak adlandırırlar.[80] Aynı şekilde Hıristiyan gnostiklerinden Messelianlar da Şeytan’ın demiurg olduğunu iddia ederler.[81]

Demiurgun oluşumu düşüncesi gnostik mitolojinin önemli bir malzemesini teşkil eder. Gnostik literatürde konuyla ilgili çeşitli bakış açılarına rastlamak mümkündür. Öncelikle, yaratıcı tanrısal güç olan demiurg konusunda dört farklı yaklaşımın bulunduğunu belirtmekte yarar vardır.

i. Demiurgun hatadan kaynaklanarak karanlık aleminde oluşturulmuş olan ışık alemi kökenli düşmüş bir varlık olarak görülmesi.

ii. Demiurgun kötülükle savaşmak üzere ilahi alemden karanlık alemine gönderilen bir elçi olarak düşünülmesi.

iii. Demiurgun tanrıya yardım eden bir melek veya tanrının gizli ismi olarak görülmesi.

iv. Demiurgun tanrı panteonunda yer alan acımasız ancak adil varlık olarak değerlendirilmesi.

Gnostik geleneklerin büyük çoğunluğunda demiurg, tanrıdan uzaklaşma, hata ve günahın nihai safhasında karanlık aleminde teşekkül eden, düşmüş bir ışık varlığı olarak düşünülür. Sâbiî düşüncesine göre düşüşün bir safhasını oluşturan ve Üçüncü Hayat olarak adlandırılan Abatur, yüce tanrının iradesine karşın ışık alemini karanlık aleminden ayıran perdeyi aralayarak tamamıyla kara sularla kaplı olan aşağıdaki karanlık alemine bakar. Onun bu davranışı, suretinin kara sularda yansımasına neden olur. Kara sularda yansıyan bu suret, demiurg Ptahil (ya da Gabr’il) olarak şahıslaşır:

“O (Abatur) acı su üzerinde düşünüp taşındı ve şöyle dedi:

‘Bir dünya yaratacağım.’ O, herhangi bir öğüt almadı ve acı suyu idrak etmedi.”[82]

“Abatur kalktı, (ışık dünyasının) kapısını açtı ve kara sulara baktı. Kendi sureti derhal kara sularda şekillendi. Ptahil şekillendi ve sınıra kadar yükseldi. Abatur’un zihni Ptahil’i inceledi ve Abatur, oğlu Ptahil’e şöyle dedi: ‘Gel, gel Ptahil! Sen kara sularda gördüğüm kişisin.’ ... Ve o (Ptahil) babalarından korktuğundan ışık alemlerine yükselmedi. Abatur onu sınırda tuttu ve ona şöyle dedi: ‘Ptahil, yüce Hayat seni isteyinceye ve seni inceleyinceye kadar burada yerinde kal.’”[83]

Sâbiî düşüncesine göre Ptahil, ışık aleminde tanrının emirlerine kayıtsızlıkla başlayan ve birbirini takip eden düşüş olaylarının son kurbanıdır; bir bakıma o, -tıpkı yukarıda söz konusu ettiğimiz Ruha gibi- kendi irade ve isteği dışında bu karanlık alemde yaşamaya mecbur edilmiştir. Nitekim, az önce yaptığımız alıntıda da belirtildiği gibi, çeşitli metinlerde onun oluşum sonrası neşet ettiği asli mekanı olan ışık alemi sınırlarına kadar yükseldiğini, ancak karanlıkla irtibatından dolayı kirlenmiş olduğundan yüce tanrının takdir ettiği zamana kadar bu alemde kalmaya mahkum olduğu vurgulanır.[84] Karanlık aleminin kara sularında bu şekilde oluşan Ptahil, bir bakıma yaşamaya mahkum edildiği bu karanlık alemde kendisi için bir alem oluşturmak ister ve bu amaçla kendisinde bulunan ışık niteliklerini de kullanarak kara suları katılaştırır. Böylelikle o, karanlık alemi içerisinde maddi alemi (yeryüzünü) yaratır. Bu arada kaos ve durgunluktan başka bir özelliğe sahip olmayan kendi alemlerine ışık aleminden hayat ve düzen özelliklerine sahip bir varlığın düşmüş olmasından başta karanlık tanrısı olmak üzere kötü varlıklar oldukça memnundurlar; zira bu onların ezelden beri ışık alemi ve güçlerine karşı yürütmekte oldukları pasif mücadeleyi, -bir ölçüde de olsa- kendi lehlerine aktif hale geçirecek ve ışık aleminden düşüşten kaynaklanan nedenle kendi alemlerinde bulunan ışık ruhları tutsak edilecektir. Dolayısıyla onlar, demiurgun her hareketini gözetim altında tutarlar ve hatta maddi alemin yaratılmasında onunla işbirliği yaparlar. Demiurgun yeryüzünü yaratması sonrası onu derhal kendi kötü varlıklarıyla doldurur ve yeryüzünün etrafında gözetim evleri olarak görev yapacak olan gezegen ve burçları oluştururlar. Bu gelişmeler üzerine Ptahil, kötü güçlerce oyuna getirildiğini anlar ve hiç olmazsa yarattığı yeryüzünde kendisine vekalet edecek olan bir vekil yaratmak ister. Ancak o, yeryüzünün yaratılmasında olduğu gibi, bu defa da karanlık güçleriyle yine işbirliğine gider. Çünkü o, yaratacağı varlığın içinde yaşayacağı maddi alemin tamamen karanlık güçlerince kontrol ve denetim altına alındığının farkındadır ve ayrıca eğer bu varlığı tek başına yaratırsa, onun yeryüzüne hakim olan kötü güçler karşısında zor durumda kalacağını düşünmektedir. Bu nedenle demiurg kötü varlıkların da yardımıyla yeryüzünde ilk insan Adem’in bedenini yaratır. Ancak bu yaratma işi başarısızlıkla sonuçlanır; zira yaratılan insan hayat prensibinden yoksun, hareketsiz bir varlıktır. İnsanı yaratma işinde başarı sağlayamayan Ptahil, ışık alemine yönelir ve yüce tanrıya yardım için ağlayıp yakarır. Nihayet sonunda yüce tanrı bu ağlayıp yakarmalara cevap verir ve hem hata ve günahtan kaynaklanan düşüş olaylarına bir son vererek düşmüş varlıkların temizlenip kurtarılarak yeniden ışık alemine yükseltilmelerini sağlamak, hem de karanlık tanrısı ve güçlerine karşı yapılan aktif mücadelede karanlığın atağını bertaraf ederek onu yeniden kendi kabuğuna hapsetmek üzere, ışık aleminden ruhu (nişimta) beden göndermek suretiyle insanın yaratılması işine müdahele eder. Ptahil de dahil düşmüş varlıkların hata ve günahlarından kaynaklanan sorunların ortaya çıkmasına daha fazla imkan vermemek için, ruhun bedene konulması işini Ptahil’in ve onu kuşatmış olan kötülük güçlerinin bilgisi dışında ilahi elçi Manda d Hiia gerçekleştirir.[85]

Görüldüğü gibi Sâbiî geleneğinde maddi alem ve insanın yaratıcısı olan demiurg, karakter itibarıyla tamamen kötü olmayan, ancak yaşamak zorunda olduğu kötülük aleminde zaman zaman kendisini kötü güçlerle işbirliği yapma zorunda hisseden bir düşmüş varlıktır. Bu yönüyle Sâbiîlik, Mısır-Suriye tipi gnostik geleneklerden kısmen ayrılık gösterir. Mısır-Suriye tipi gnostik geleneklerde tamamen demiurga yüklenen çeşitli olumsuz nitelikler, ileride ifade edeceğimiz gibi Sâbiîlikte demiurg yerine kötülük tanrısına atfedilir.

İlahi alemden düşüş hadisesinde Sophia modelini temel alan gnostik geleneklerde de demiurgun oluşumu Sophia’nın suretinin karanlık alemde yansıması mitolojisiyle ifade edilir. Dünyanın Menşei Üzerine’de Pistis Sophia kendisini sınırsız karanlık ve dipsiz sulardan ibaret olan aşağıdaki kaosa gösterir. Bunun üzerine onun bir sureti kaosa yansır. Pistis Sophia, kaosta yansıyan bu suretin maddeye egemen olmasını arzular ve sonra bu suret kaosun dipsiz sularında bir varlık şeklinde şahıslaşır. Sophia, ona Yaldabaoth adını verir. Yaldabaoth’un oluşumu ve maddeye hakimiyeti sonrası Sophia ışığını (karanlıkta yansımaya devam eden ışığını) geri çeker.[86] Bundan sonra Yaltabaoth bir demiurg olarak içinde bulunduğu kaosu şekillendirmeye ve çeşitli varlıklar yaratmaya başlar. Öncelikle bu alemde kendisinin tek başına var olduğunu görmesine dayalı düşünceleri, suda ileri geri hareket eden bir ruh şeklinde müşahhaslaşır. Sonra o, kaostaki sulu kısımla kuru kısmı birbirinden ayırır ve kendisine bir mekan olmak üzere gökyüzünü oluşturur. Maddeden ise yeryüzünü yaratır. Gökyüzü ve yeryüzünü bu şekilde yarattıktan sonra, her biri karanlık alemindeki bir aleme hakim olan altı çocuğunu yaratır.[87] Demiurg Yaldabaoth, aptal, küstah ve kötü tabiatlıdır. Kendisinin yegane tanrı olduğunu iddia etmekte ve eğer kendisinden başka bir güç varsa ortaya çıkıp kendini ifşa etmesini haykırmaktadır. Bunun üzerine ilahi alemden bir ışık varlığı olan Işık-Adem yeryüzüne iner ve burada iki gün kalır. Onun kaldığı süre içerisinde karanlık geri plana çekilir ve Eros (sevgi, aşk) tezahür eder. Eros yeryüzünde hayvanlar ve bitkilerin yaratılış sebebidir. Işık-Adem’in madde aleminden ayrılmasından sonra karanlık tekrar yeryüzüne hakim olur. Sonra kötü yöneticiler (arkonlar) insanı yaratmaya karar verirler ve her biri menisini yeryüzünün ortasına atar. Daha sonra insanın bedenini kendi şekillerine benzer şekilde oluştururlar; onun suretini ise önceden görmüş oldukları Işık-Adem’e benzetirler. Yaratılan insanın beynini ve sinir sistemini ise liderleri demiurg oluşturur. Ancak meydana gelen insan cansız ve hareketsizdir. Demiurg, ilahi ışık varlığının inerek yarattığı insana sahip olmasından korkar ve bedeni kırk gün olduğu gibi bırakır. Fakat bu süre içinde Sophia Zoe (Hikmet Hayat) insana nefesini gönderir ve bunun üzerine insan (Adem) yeryüzünde hareket etmeye başlar.[88]

Demiurgun oluşumuyla ilgili bu mitolojiye paralel bir yaklaşım Arkonların Tabiatı’nda da bulunur. Arkonların Tabiatı’nda demiurgun oluşumu şu şekilde anlatılır:

“Pistis olarak adlandırılan Sophia, eşi olmaksızın tek başına bir şey yaratmak istedi ve onun oluşturduğu şey ilahi bir şeydi.

Yukarıdaki dünyayla aşağıdaki alemler arasında bir perde mevcuttur. Bu perde altında gölge oluştu ve bu gölge madde haline geldi. Ve bu gölge ayrı şekilde tasarlandı. Ve onun (Sophia’nın) yaratmış olduğu şey, tıpkı bir düşük cenin gibi madde içinde bir ürün haline geldi. Ve o, gölgeden biçimlendirilen plastik bir şekil halini aldı ve bir aslana benzeyen mağrur bir canavar oldu. O, halihazırda söylediğim gibi çift cinsiyetliydi, zira o çıktığı maddeye aitti.”[89]

Bu metinde Sophia’nın suretinin karanlık alemde yansımasıyla demiurgun oluşması tasavvuru açıkça yer almaz. Ancak, -alıntıdan da anlaşılacağı gibi- yukarıdaki ışık alemiyle aşağıdaki karanlık alemi arasındaki perdeyi (ara alemi) oluşturan Sophia’nın gölgesinin aşağıdaki kaos içerisine düşmesi demiurgun oluşumuna neden olur. Bu gölgenin bir şekil alarak şahıslaşmasıyla demiurg varlık haline dönüşür.

Arkonların Tabiatı’nda, ışık varlığının kaosa (sular alemine) bakması ve suretinin sularda şekillenmesi tasavvuru, bir başka yerde açıkça geçer. Demiurgun ve ondan zuhur eden diğer arkonların var oluşu sonrası cereyan eden bu olayda, arkonlar sularda yansıyan bu surete aşık olur ve onu ele geçirmeyi planlarlar, ancak bunu başaramazlar. Bu olayda ışık varlığının (Sophia’nın) kaosa bakmasının nedeni olarak, yüce tanrının iradesiyle Sophia’nın bir bakıma başlangıçtaki hatasını telafi etmek istemesi, bu amaçla varolmasına neden olduğu demiurgsal alemde insanın yaratılması ve bilahere onun kurtarılması sürecinin başlamasına imkan sağlaması vurgulanır.[90]

Metne göre kaosu oluşturan sularda ışık varlığının yansıyan suretine aşık olan, ancak onu ele geçirmeye güç yetiremeyen demiurg ve çocukları (diğer arkonlar) insanın bedenini yaratırlar. Sonra demiurg bedene üflemek suretiyle ona can (nefs) verir. Ancak beden ve cana sahip olan insan hâlâ hareketten yoksundur ve günlerce o şekilde yerde kalakalır. Sonunda ilahi alemden (Ademîler ülkesinden) ruh inerek bedene girer ve Adem canlanır.[91]

John’un Apokrif Kitabı’nda, demiurgun oluşumu konusunda Sophia’nın karanlık aleme bakması ve suretinin orada şekillenmesi modeli görülmez. Bunun yerine, Sophia’nın diğer ışık güçlerinden ayrı olarak sahip olduğu arzu ve ihtirasın demiurgun oluşumuna neden olduğu işlenir. Bu dokümana göre Sophia, yüce ruha ve eşine danışmaksızın kendisinin bir benzerini var etmeyi düşündü. Onun bu düşüncesi bir hata ve yanlıştı. Nitekim düşünce şahıslaştı ve bir varlık meydana geldi. Ancak bu varlık Sophia’nın arzu ettiği gibi değildi; zira o, annesi Sophia’ya hiç benzemiyordu, bir canavar şeklindeydi. Onun bu şekilde oluşmasının nedeni, Sophhia’nın onu, diğer ışık varlıklarına (eşine) danışmaksızın yapmış olmasıydı. Böylelikle yaratılan bu varlığı Sophia saklamak istedi ve onu diğer ışık varlıklarının görmemesi için ışık alemlerinin dışındaki bir mekana yerleştirdi. Sophia yarattığı bu varlığa Yaldabaoth adını verdi.[92]

Dikkat edileceği gibi burada demiurgun kaosta değil ışık aleminde Sophia’nın kendisinden oluştuğu fikri mevcuttur. Ancak demiurgun oluşumu, ilahi iradenin aksine bir gelişme olarak algılandığından dolayı o ışık aleminden uzaklaştırılır ve ışıktan uzakta bir mekana konulur.[93]

Kendisini oluşturan Sophia’dan güç alan demiurg Yaldabaoth, karanlık aleminin ilk yöneticisidir. Demiurg kendi alemini oluşturmaya başlar ve başta 12 melek (burçlar) olmak üzere kendisinden kendi emrinde 360 meleksel varlık yaratır. Yalnızca kendi gücünü algılayan ve neşet ettiği ışık alemin ve yüce tanrının varlığından gafil olan demiurg, kurduğu aleminde kendisinin yegane tanrı olduğunu ilan eder. Bu arada yaptığı hata ve günahının nelere neden olduğunu izleyen Sophia, gelişmelerden oldukça rahatsızdır. Ayrıca o, hatasından dolayı kirlenmiş olduğundan kendi asli mekanından (ışık aleminden) uzaklaşmış ve günahlarından temizleninceye kadar Pleroma (ışık alemi) ile demiurgun alemi arasındaki bir alemde yaşamak zorunda kalmıştır.[94]

Bu gelişmeler üzerine yüce tanrı, bir bakıma gelişmelere müdahale eder ve karanlık alemine seslenir. Demiurg ve etrafındaki kötü güçler bu sesin Sophia’dan geldiğini sanırlar. Işık aleminden gelen bu ses, kara sularda bir suret (bir ilk insan sureti) şeklinde yansır ve yansıma esnasında bütün karanlık alemini ışığa boğar. İlahi alemden gelen bu ses ve sudaki yansıması, demiurg ve bütün karanlık alemini dehşete düşürmüştür. Sonra demiurg beraberindeki güçleriyle birlikte, sularda yansıyan surete benzer bir figür (insan) yaratmak ister. Böylelikle o, yardımcılarıyla birlikte insanın bedenini yaratır; yaratılan bedene kötü yöneticiler (yedi yönetici) kendi yapılarından katkılar sağlayarak insanın nefsi yönünü oluştururlar. Ancak -diğer gnostik geleneklerde olduğu gibi- yaratılan varlık cansız ve hareketsizdir. Bu noktada Sophia, yüce tanrıya yalvararak hatasının yol açtığı kötü gelişmelere müdahale etmesini niyaz eder. Bunun üzerine yüce tanrı, ilk arkonun (demiurgun) melekleri suretinde dört ışık varlığını karanlık alemine gönderir. Bu ışık varlıkları demiurga, yaratılan insanın hareket etmesi için ona üflemesini önerirler. Bununla onlar, demiurgta bulunan (demiurgun annesi Sophia’dan almış olduğu) ışık ruhunun insana geçmesini hedeflemektedirler. Demiurg bedene üflediğinde ruh bedene geçer ve insan canlanarak ayağa kalkar. Bu şekilde oluşan insandan demiurg ve diğer kötü yöneticiler memnun değildirler; zira insan kendilerinde olmayan üstün nitelikler taşımaktadır.[95] John’un Apokrif Kitabı’na göre bundan sonraki olaylar, insanın uyarılması ve kurtuluşu üzerine kurgulanır.

Işık aleminde yer alan bazı varlıkların hatasının demiurgun oluşumuna neden olması tasavvuru diğer çeşitli gnostik dokümanlarda da ele alınır. Şem’in Açıklaması, bu konuda son bir örnek olarak verilebilir. Şem’in Açıklaması’na göre, ışık aleminden düşmüş bir varlık olarak görüldüğü anlaşılan ve ışık alemiyle karanlık alemi arasındaki perdeyi oluşturan ruh, sularla dolu olan ve kendi içinde hareket eden karanlık alemine bakar. Bunun üzerine derhal sureti sularda yansır ve karanlığın zihni bu sureti algılar. Daha sonra suretle ilgili karanlığın zihni kalkar ve tüm yeraltı dünyasını aydınlatır.[96] Bu mitolojide de karanlık alemine bakmak suretiyle demiurgun kaosta oluşumu düşüncesine yer verildiği görülmektedir.[97]

Bazı gnostik geleneklerde ise kozmosun düzenleyicisi olan yaratıcı güç (demiurg), kötülük alemiyle yapılan savaşta karanlık alemine gönderilen bir ilahi elçi olarak düşünülür. Maniheizme göre, karanlıkla yapılan aktif mücadelenin ilk safhasında karanlık güçlerince esir edilen Urmensch ve silahlarını (beş ilahi unsuru) kurtarmak üzere karanlık alemine gönderilen Hayat Ruhu, görevini ifa için bir demiurg şeklinde çalışır. Öncelikle bir davetle Urmensch’i kurtardıktan sonra, tutsak olan beş ışık ruhunu kurtarmak için kozmosu oluşturur. Tutsak ışık ruhlarının kurtarılması açısından bu zorunludur, çünkü ışık ruhları karanlık güçlerince yutulmuştur. “Yüce Mimar” olarak da adlandırılan Hayat Ruhu, kötü arkonların arasından geçerek, onların yutmuş oldukları ışık parçacıkları vasıtasıyla yıldızları, gökyüzünü ve yeryüzünü yaratır. Maniheizme göre hayvanlar, bitkiler ve hatta ifritlerin yaratılması da karanlık alemine gönderilen ışık elçilerinin faaliyetleriyle meydana gelir. Karanlıkla mücadelenin üçüncü safhasında bu süfli aleme gönderilen Üçüncü Elçi, kötü arkonların yutmuş oldukları ışık parçacıklarını kurtarmak amacıyla, onların arasından hızla geçerek kendisini onlara cazibeli bir erkek ve kadın suretinde gösterir. Onu gören dişi ve erkek arkonlar şehvete kapılırlar. Erkek arkonlardan yeryüzüne dökülen menilerden bitkiler dünyası oluşur; dişilerden dökülen düşüklerden ise ifritler meydana gelir. Bu ifritlerin bitkileri yiyip onlarla döllenmesiyle de hayvanlar oluşur.[98]

Öte yandan Maniheizm, insanı yaratan güç olarak insiyatifi karanlık tanrısına verir. Kozmosun ışık elçilerince düzenlendiğini gören ve ışığa karşı verdiği mücadelede olayların aleyhine geliştiğini anlayan karanlık tanrısı son bir çabayla insanı yaratmaya karar verir. Bunun için emrindeki iki seçkin ifriti, Aşkalun (Saklas) ve Namrael’i görevlendirir ve onlar vasıtasıyla üçüncü elçinin erkek ve dişi suretine benzer şekilde ilk insan çifti olan Adem ve Havva’yı (Gehmurd) oluşturur. Erkek ifrit Aşkalun ve dişi ifrit Namrael, diğer bütün arkonlardaki kalan ışık parçacıklarını yutmak suretiyle ışığı kendilerinde toplarlar ve sonra birleşirler. Bu birleşmeden Adem ve Havva doğar.[99] Maniheizmde, diğer gnostik sistemlerde görülen, insanın bedeninin yaratılması sonrası ruhun ilahi alemden bedene indirilmesi tasavvuru görülmez. Bunun yerine Maniheistler, karanlıkla yapılan ilk mücadelede karanlığa tutsak düşen ve arkonlarca yutulan ışık parçacıklarının, insanın ışık alemine ait olan ruhsal yapısını oluşturduğuna inanırlar.

Bazı gnostik sistemlerde ise yaratıcı gücün tanrıya yardım eden bir melek veya tanrının gizli ismi olarak algılanması söz konusudur. Kitab-ı Mukaddes’te geçen “insanı yaratalım” ifadesi, Yahudi heterodoksisi içerisinde yer alan çeşitli akımlarca düşünülen, yaratılışta melek veya meleklerin önemli rol oynadığı fikri için bir temel olmuştur. Samaritan literatüründe, Simon Magus’ta, Menander’de, Saturninus’ta, Valentinus’ta, John’un Apokrif Kitabı’nda ve diğer çeşitli gnostik dokümanlarda yaratılışta meleklerin aktif rol oynaması tasavvuruna rastlanır.[100]

Demiurgun melekle özdeşleştirilmesi temayülü özellikle Yahudi gnostisizminde yaygın olarak görülür. Örneğin Justin Martyr, Yahudi heterodoksisi içerisinde insanın vücudunu meleklerin yarattığına inanan grupların var olduğunu ifade eder.[101] Ayrıca Üç Tabiatla İlgili Kitap, Yahudilerden bazılarının tanrının melekleri vasıtasıyla alemi yarattığına inandıklarını vurgular.[102] Bu arada, Rabbinik literatürde Minim olarak adlandırılan Yahudi heretiklerin, “yaratmada tanrının bir yardımcısı olduğu” inançlarına birçok referans vardır. Örneğin Tosefta’da (Sanhedrin 8:7) Minim’in yaratma işinde tanrıya yardım eden birisi vardı görüşü dile getirilir.[103] Rabbinik literatüre göre Minim, yaratmada tanrıya yardım eden bu gücün mitolojik Adem (insan Adem değil, bir tür melek olan ilahi Adem) olduğuna inanmaktaydı.[104] Ayrıca Samaritan literatürüne ait bazı metinler de alemi yaratma ve yönetmede tanrıya yardımcı olan birinin varlığı düşüncesine karşı çeşitli polemikler mevcuttur.[105] Yine Malef adını taşıyan bir Samaritan yazmasında, Adem’in bedenini Rabbin Meleği’nin yarattığı, sonra da tanrının ona kendi ruhunudan üflediği ifade edilir.[106] Bundan başka çeşitli kaynaklara göre gnostik karakterli bir Yahudi mezhebi olan Mağarîler, antropomorfik karakter taşımayan yüce tanrı ile tanrının antropomorfik karakterli bir meleği olduğuna inanırlar ve bu meleğin dünyanın yaratıcısı olduğunu kabul ederlerdi. Gilles Quispel gibi bazı araştırıcılar, diğer gnostik akımlarda da görülen, demiurgun bir melek olarak algılanması düşüncesinin bu Yahudi mezhebinden adapta edildiğini ileri sürerler.[107]

İkinci yüzyıl Hıristiyan gnostiklerinden Marcion’un talebesi Apelles’de olduğu gibi bazı Hıristiyan gnostikler de tanrının meleğini yaratıcı güç olarak görürler. Örneğin Apelles, iyi tabiatlı olan yüce tanrı tarafından yaratılan meleğin alemin yaratıcısı olduğunu kabul eder. Diğer taraftan o, düşmüş bir varlık olan ve Yahudilerin (Eski Ahit’in) tanrısıyla özdeşleşen kızgın meleğin ise kötülüğün ve bedenin nedeni olduğunu ifade eder.[108]

Nag Hammadi Literatürüne ait çeşitli metinlerde demiurg ya da diğer arkonlara bazen Yahudi geleneğine ait meleksel isimler verilir. Örneğin, Dünyanın Menşei Üzerine’de demiurgun bilgelerce Ariel (Yahudi geleneğinde bir melek ismi) olarak adlandırıldığı vurgulanır.[109] John’un Apokrif Kitabı’nda ise demiurgla birlikte yaratmada aktif rol oynayan arkonlara verilen adların (Yaoth, Eloaios, Yao ve Adoni gibi) Yahudi kutsal isimleri olması dikkat çekicidir.[110] Son olarak İsa Mesih’in Sophia’sı demiurgu “yüce melek” olarak adlandırılır.[111]

Öte yandan Yahudi gnostisizminde yaratıcı gücün tanrının ismiyle özdeşleştirilmesi tasavvuruna da rastlanmaktadır. Buna göre yaratmada aktif rol oynayan güç, tanrının ağza alınması tabu olan kutsal ismidir. Enoch’un Kitabı, Sfer Yesirah ve Hekkaloth Rabbati gibi Yahudi heterodoksisine ait olan çeşitli metinlerde, “kutsal isim”, “gizli isim” veya “tanrının isminin” alemin yaratılışı işini gerçekleştiren güç olduğunu ima eden ifadelere rastlanır.[112] İbrahim’in Apokalipsi gibi metinlerde ise tanrının ismini, aracı ve vahiy getirici bir figür olan melek Yaoel’e verdiği ve Yaoel’in “Küçük Yahve” olarak da adlandırıldığı belirtilir.[113]

Demiurg, bazı gnostik geleneklerde ise tanrısal dualizmin kötü kanadını oluşturan varlık olarak algılanır. Örneğin Hıristiyan gnostisizmine ait bazı akımlar, alemin yaratıcısı olan gücün acımasız olan ve antropomorfik karakter taşıyan Eski Ahit tanrısı olduğunu, Yeni Ahit tanrısının ise iyi olan yüce tanrı olduğunu kabul ederler. MS 2. yüzyıl Hıristiyan gnostiklerinden olan Basilides, yüce tanrıyla yaratıcı gücü birbirinden ayırır, meleklerin en aşağı sınıfının dünyayı ve insanları yarattığını söyler. Ona göre bunların lideri ise Abrasax olarak da adlandırılan Yahudilerin (Eski Ahit’in) tanrısıdır. Basilides’e göre yüce tanrı ile yaratıcı güç arasında 365 semavi alem bulunur.[114] Basilides’in görüşleri çağdaşı Sinop’lu Marcion tarafından da sürdürülür. Marcion da teolojisinin temelini “hukuk tanrısı” ile “kurtuluş tanrısı” ikilemi üzerine bina eder. Buna göre hukuk tanrısı, alemin yaratıcısı olan, adil ancak acımasız ve kötü tabiatlı olan tanrıdır. Dolayısıyla o, yarattığı şeyler gibi değersizdir ve mükemmel değildir. Buna karşın kurtuluş tanrısı ise, hukuk tanrısı tarafından yaratılan bu aleme yabancı olan ve iyi tabiata taşıyan tanrıdır. Tanrısal alemde yaşayan bu tanrıyı dünyevi sözcüklerle tam olarak tanımlamak mümkün değildir. Marcion’un teolojisinde de yaratıcı tanrı (demiurg) Eski Ahit’in tanrısıyla, iyi tanrı ise Yeni Ahit’in tanrıısıyla özdeşleştirilir.[115]

Son olarak Hıristiyan geleneği içerisinde yer alan Messelian gnostisizmine göre ise, maddi dünyanın yaratıcısının Şeytan olduğu kabul edilir. Messelian düşüncesine göre Şeytan, ilk prensip olan yüce tanrının büyük oğluydu; Mesih (İsa Mesih) ise küçük oğluydu. Sonra Şeytan babasına isyan etti ve ilahi alemden düştü. Düşüş sonrası o, kendisi gibi kötü olan maddi alemi yarattı.[116]

Gnostisizmde yeryüzü ve insanın yaratıcısı olan demiurgun karakteristik özellikleri arasında vurgulanan şu hususlar dikkat çekicidir.

i. Kozmosu düzenleyen yaratıcı gücün ilahi elçi olduğunu öngören Maniheist gelenek dışında, gnostik düşünceye göre demiurg, lanetli, kötü tabiatlı, habis, şehvetperest, acımasız ve korkunç görünümlü bir varlık olarak nitelenir. Çeşitli gnostik metinlerde o, ölümün babası, düşmanlık ve kıskançlığın kaynağı olarak görülür.[117] Bazı gnostik dokümanlarda onun çift cinsiyetli olduğu vurgulanır. Yine bazı dokümanlarda onun, yaratılan ilk kadın olan Havva’ya tecavüz ettiği belirtilir. Örneğin Arkonların Tabiatı’na göre demiurg Samael (Yaldabaoth), yanındaki diğer kötü güçlerle (arkonlarla) birlikte Havva’ya tecavüze yeltenir; amacı ona habis tohumlarını ekmektir. Bunun üzerine Havva’nın içindeki ruh (ışık alemine ait olan ruhsal Havva) bedeni terk ederek bir ağaca dönüşür ve geride ruhsuz bedeni bırakır. Böylelikle demiurg, yalnızca karanlık alemine ait olan bedene tecavüz etmiş olur.[118] Aynı şekilde demiurg ve güçleri, daha sonra Adem’le Havva’nın kızı olan Norea’yı da tahrik etmeye ve yoldan çıkartmaya çalışırlar, ancak bunda da başarılı olamazlar.[119] Adem’in Apokalipsi’nde de demiurg Sakla’nın ilk kadın Havva ile birleştiği (ya onu kandırarak ya da tecavüz ederek) ve bu birleşmeden Kabil ve neslinin meydana geldiği ifade edilir.[120]

Gnostik literatürde demiurg görünüm itibarıyla da eksik, çirkin ve korkunç bir varlık olarak tanımlanır. Hemen hemen bütün gnostik düşüncede onun kör olduğu kabul edilir. Bazı metinlere göre ona Samael (kör tanrı) adının verilmesinin nedeni budur. Yine, onun aslan suretli bir canavar görünümüne sahip olduğu belirtilir ve -Dünyanın Menşei Üzerine’de- bu nedenle ona Ariel adının verildiği ifade edilir.[121] John’un Apokrif Kitabı’nda ise onun gözleri alev alev yanan aslan yüzlü bir ejderha olduğu ifade edilir.[122] Ayrıca ilahi alemden kaynaklanmasına ve ışık alemine ait bazı güçler taşımasına rağmen onun eksiklikle dolu olduğu vurgulanır.

Mısır-Suriye tipi gnostik geleneklerde demiurga atfedilen bu özellikler, dualizmi daha belirgin olarak ön plana çıkaran Sâbiîlikte ise demiurg Ptahil’den ziyade karanlık tanrısı Malka d Hşuka ya da Ur’ atfedilir. Sâbiî kutsal kitaplarında Malka d Hşuka, aslan başlı, ejderha gövdeli, kartal kanatlı ve kaplumbağa sırtlı bir canavar şeklinde tasvir edilir. Onun birçok üstün güce ve niteliğe sahip olduğu vurgulanır. Buna göre o, bütün dünya dillerini bilir; dilediğinde sürünebilir, uçabilir veya istediği kılığa girebilir; nefesi demiri eritir, kayaları kavurur; gözlerini kaldırdığında dağlar sarsılır. Ayrıca onun korkunç bir suret taşıdığı, yalnızca dudaklarının kalınlığının yaklaşık 800.000km olduğu belirtilir.[123]

Demiurgun yalnızca kendisi değil, kendisinden tezahür eden ve genellikle sayıları yedi olarak görülen kötü yöneticiler (arkonlar) de kendisi gibi tamamıyla kötü ve eksik niteliklerle mücehhezdirler. Örneğin onlar da kendisi gibi kör ve aptaldırlar; onlar da çift cinsiyetlidir; onlar da şehvetperesttirler, nitekim Havva’ya ve kızı Norea’ya tecavüze yeltenmişledir. Bu kötü varlıkların her biri yarattıkları insana kendi kötü tabiatlarına ait bir özelliği vermek suretiyle insanın nefsini oluşturmuşlardır.[124]

ii. Gnostisizmde demiurgun en çarpıcı karakteristik özelliği onun cahil, aptal, haddini bilmez ve ne yaptığının farkında olmayan bir varlık olmasıdır. Birçok dokümanda onun cehalet ve aymazlığından dolayı kibirlendiği, haddini aştığı ve kendisinin yegane güç veya yüce tanrı olduğunu sandığı ifade edilir. Hatta o, bu kendini bilmezlik içerisinde bilmediği alemlere (ışık alemlerine) karşı küstahça meydan okuyarak, eğer kendisinden daha üstün olan varsa ortaya çıkmaya davet eder. Ancak o, her defasında ya kendisinin var olmasına neden olan ilahi güç ya da diğer çeşitli ışık güçleri tarafından uyarılır ve haddini aşmaması öğütlenir.

Nag Hammadi metinlerinden Arkonların Tabiatı’nda, demiurgun cahilliği, haddini bilmezliği ve bunun karşısında uyarılması üç yerde söz konusu edilir. Haddini bilmez şekilde küstahça söylediği sözlerin yüce tanrıya karşı bir küfür olduğu vurgulanır. Bunlardan ikisinde o, yukarıdaki alemden gelen bir sesle, diğerinde ise Pistis Sophia’nın kızı olan ışık varlığı Zoe (Hayat) tarafından haddini aşmaması için uyarılır.

“Gözlerini açan o (demiurg), sınırsız çok büyük maddeyi gördü ve ‘Tanrı olan benim, benden başka hiç kimse yok’ diyerek kibirlendi.

Bunu söylediğinde o, mükemmellik alemine karşı günah işlemiş oldu. Ve yukarıdaki mutlak gücün aleminden şöyle diyen bir ses geldi: ‘Yanılıyorsun Samael’ -ki bu kör tanrıdır-.

Ve o (Samael), ‘Eğer benden önce olan başka bir şey varsa, bana görünsün!’ dedi. Ve Sophia hemen parmağını uzattı ve ışığı maddeye tanıttı. Ve Sophia karanlık alemine doğru onu izledi ve o ışık (alemine) döndü. Bir kez daha karanlık maddeye [...].”[125]

John’un Apokrif Kitabı’nda da demiurgun aptalca tavırları ve buna mukabil uyarılmasından birkaç yerde bahsedilir.

“Şimdi zayıf olan arkon üç isme sahiptir. İlk isim Yaltabaoth, ikincisi Saklas ve üçüncüsü Samael’dir. Ve o, kendisinde olan kibrinde haddini bilmezdir. Zira o, ‘Ben tanrıyım ve benim yanımda başka bir tanrı yok’ dedi. Çünkü o, gücünden, gelmiş olduğu yerden habersizdir.”[126]

Dünyanın Menşei Üzerine’de de demiurgun cehaleti vurgulanır; kibirlenmesi ve ikaz edilmesi konusunda benzer ifadeler zikredilir.

“Şimdi yönetici Yaltabaoth’a gelince; o, Pistis’in gücünün farkında değildir: O, onun (Pistis’in) yüzünü görmedi, oysa o kendisine konuşan sureti suda gördü. ... Yönetici büyüklüğünü gördüğünde -gördüğü yalnızca kendisiydi; su ve karanlığın dışında başka bir şey görmedi- o zaman o, var olanın yalnız kendisi olduğunu sandı.”[127]

“...o (demiurg) sevinçliydi ve sürekli onlara ‘Benim hiç kimseye ihtiyacım yok’ diyerek övünüyordu. O, ‘Tanrı olan benim, benden başka var olan bir diğeri yok’ dedi. Ve o, bunu söylediği zaman, cevap veren bütün ölümsüz varlıklara karşı günah işlemiş oldu. ... Sonra Pistis, baş yöneticinin (bu) saygısızlığını gördüğünde öfkeyle doldu. O (Pistis) görünmezdi. O şöyle dedi: ‘Yanılıyorsun Samael ... .”[128]

Nag Hammadi metinlerinde demiurga yüklenen bu özellikler Sâbiî gnostisizminde ise karanlık tanrısı Malka d Hşuka’ya (Ur’a) atfedilir. Ginza’da, karanlık tanrısının bir aptal, aklı karışmış bir sersem olduğu, zira her ne kadar kendi alemlerinde olup biteni bilse de onun ilk ve son olanı (yüce tanrıyı) bilmediği ifade edilir.[129] Ayrıca onun haddini bilmeden kibirlenmesi ve bunun üzerine düşmüş ışık gücü olan Ruha tarafından ikaz edilmesi şöyle anlatılır:

“O kendi kendine düşündü, kendi aptal kalbinde mütalaa etti ve şeytânî zihninde planladı. Ayağa kalktı ve sonsuzca uzanan karanlık dünyalarına baktı. Kibirlendi, kendini üstün gördü ve şöyle dedi: ‘Benden daha güçlü olan kimse var mı?’”[130]

“Malka d Hşuka (Karanlık Kralı) bunları söylediğinde Ruha tahtından sendeleyerek düştü. Ruha acıyla haykırdı ve ağladı. ... Ruha Karanlık Kralı’na şöyle dedi: ‘Senden daha güçlü olan ve gücü senin bütün dünyalarından üstün olan birisi var. Seninkinden çok daha geniş olan bir dünya var. Orada kudretli varlıklar yaşar. Kudretli yüce varlıklar orada yaşar ve onların şekilleri bütün dünya varlıklarından daha parlaktır.’”[131]

Yine gnostik düşüncede demiurg, yüce tanrıya isyan eden ve karanlık alemiyle işbirliği içinde olan asi karakterli bir varlık olarak düşünülür. Çeşitli Nag Hammadi metinlerinde, ilk düşmüş varlık olan Pistis Sophia hata ve günahı nedeniyle ilahi alemden atılmış olmaktan dolayı yüce tanrıya isyan eden ve ışığın ezeli düşmanı olan karanlıkla işbirliğine giden bir karakter sergilemez. Oysa, düşüşün bir diğer safhasını oluşturan demiurg ise karanlıkla işbirliği yapar ve yüce tanrıya karşı isyankar bir tutum sergiler. Hatta, yüce tanrı ve tanrısal alemin varlığını reddedecek ve ona meydan okuyacak kadar bu tutumunu ileri götürür. Sâbiî metinlerinde de düşmüş varlıkların öğüt almadıklarını ve işbirliği yaptıkları karanlığın gerçek tabiatını idrak edemedikleri vurgulanır.[132]

Öte taraftan bir diğer bakış açısına göre, demiurg bu hataları işlemeye adeta mecbur bırakılmış bir varlık olarak da algılanır. Zira çeşitli metinlerde, bütün bu gelişmelerin yüce tanrı tarafından planlanmış bir şey ya da onun tarafından takdir edilmiş olan bir ilahi kader olduğu ima edilir. Örneğin Arkonların Tabiatı’nda iki yerde, düşüş olayı, demiurgun oluşumu ve faaliyetleri gibi bütün olayların “mükemmelliğin babası”nın (yüce tanrının) iradesiyle gerçekleştiği vurgulanır.[133]

iv. Gnostik geleneğe göre yaratıcı tanrı olan demiurg, zaman zaman kendisinin en üstün tanrı olduğunu iddia etse de yaratma işinde sürekli başarısızlığa uğrayan bir varlıktır. Onun bu başarısızlığı en açık seçik olarak insanın yaratılmasında ortaya çıkar. Etrafındaki yardımcılarıyla (diğer arkonlar) birlikte insanın bedenini karanlık unsurlardan yaratır; sonra da bedene nefsi yerleştirir. Ancak bu insanın hayat sahibi olmasına ve canlanıp ayağa kalkmasına yetmez. Demiurg ve etrafındakiler Ademi canlandırmak için ellerinden gelen her şeyi yaparlar, fakat her defasında başarısızlıkla karşılaştıklarından sonunda pes ederler ve -çeşitli gnostik metinlere göre- bedeni olduğu gibi bırakırlar. Bir müddet (kimine göre kırk gün) yerde kalakalan bedene sonunda yüce tanrı müdahale eder ve ilahi alemden ruhu göndererek cesede yerleştirir. Bunun üzerine cesed ruhla hayat bulur ve Adem ayağa kalkar.[134] Sâbiî literatüründe ise demiurg Ptahil hem maddi alemi hem de insanı yaratmada sürekli başarısızlığa uğrara ve her defasında yüce tanrıdan yardım ister. Yüce tanrı onun bu isteğine, hem maddi alemin yaratılmasında hem de insanın hayat sahibi olmasında olumlu cevap verir. Ancak ruhun bedene konulmasında, ruhu cesede yerleştirmek üzere bizzat demiurga vermez; zira demiurg düşmüş, kirlenmiş ve karanlıkla işbirliğine gitmiş bir varlıktır. Dolayısıyla yüce tanrı ışık, elçisi Manda d Hiia (Hayatın Bilgisi) vasıtasıyla gizlice ruhu bedene yerleştirerek Adem’in hayat bulmasını sağlar.[135]

v. Gnostisizmde demiurg, tanrıya karşı gelen, haddini bilmeyen kötü bir varlık olarak görülmekle birlikte, o, gnostik dualizmin negatif kutbunu oluşturan varlık olarak da görülmez. Bir diğer ifadeyle, bütün bu olumsuz niteliklerine rağmen demiurg hâlâ köken itibarıyla düşmüş bir ışık varlığı olarak değerlendirilir. Dolayısıyla karanlık alemiyle yapılan aktif mücadelenin nihayetinde, diğer bütün düşmüş veya atılmış ışık varlıkları gibi onun da cezasını çekmek suretiyle günahlarından temizleneceğine ve sonunda affedilerek ait olduğu aleme, ışık alemine çıkarılacağına inanılır. Ginza’da demiurg Ptahil’in kurtuluşuna dair şu ifade yer alır:

“Ev (yeryüzü) yıkıldığında

ve yedi (gezegen)in ruhu sona erdiğinde

oniki yıldız yok edilecek.

...

Bu büyük hesap gününde

Yuşamin, Abatur ve Ptahil’in cezaları ilan edilecek.

Daha sonra Hibil Ziva gelir

ve onları bu dünyadan yükseltir.

Yuşamin ve Abatur

güçlü İlk Hayat’ın nehrinde vaftiz edilecek.

Bunun üzerine onlar Ptahil Uthra’yı alıp getirirler.

...

O (Ptahil), güçlü İlk Hayat’ın nehrinde vaftiz edilecek;

bu nehirde onun üzerinden kir ve pislikler kazınıp temizlenecek.”[136]

Öte yandan Nag Hammadi Literatürü gibi metinlerde demiurgun affedilerek sonunda ışık alemine çıkarılacağına dair Ginza’da olduğu gibi açık ifadelere rastlanmaz. Ancak karanlıkla yapılan aktif mücadele döneminin sonunda ışıkla karanlık unsurların mutlak olarak birbirinden ayrılacakları ve herkesin ait olduğu aleme geri çekileceği vurgulanır. Dünyanın Menşei Üzerine’de bu durum anlatıldıktan sonra metnin sonunda şu veciz ifade yer alır: “Herkes geldiği yere gitmelidir.”[137]

2 yorum:

  1. gerçekten iyi bir yazı, faydalandığınız kaynakları öğrenebilir miyim, önerebileceğiniz?

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkürler. aradığım bir çok soruya cevap buldum. Ellerinize sağlık

    YanıtlaSil