21 Aralık 2008 Pazar

İnklusivizm

Türkçeye kapsayıcılık ya da inhisarcılık şeklinde çevrilebilen inklusivizm, dinsel anlamda belirli bir din ya da inanç sisteminin kurtarıcı hakikat veya nihai gerçeğin en doğru, en mutlak ya da en mükemmel ifadesi olarak kabul edilmesiyle birlikte, bu hakikati gerçekleştirebildiği oranda diğer dinler veya inanç sistemlerinin de insanın kurtuluşu açısından olumlu bir yere sahip oldukları/olabilecekleri düşüncesidir. Bu doğrultuda inklusivist teori, hakikat ya da gerçeğin yalnızca bir dinsel geleneğe has olduğunu ve ancak bu dine/inanç sistemine bağlanmakla kişinin kurtulabileceğini savunan ve diğer dinlerin insanların kurtuluşu açısından olumlu bir anlam ifade etmediğini ya da bunların kesinlikle insanı kurtaramayacağını ileri süren ekslusivist, partikularist veya dışlamacı/kurtuluşta tekelci görüşten ayrılır. Aynı şekilde inklusivist teori, bütün dinlerin hakikate veya gerçeğe yönelik insanın cevapları olduğunu, her dinin bağlılarını hakikate ulaştırabileceğini ve kurtuluşa ulaştırma açısından bir dinsel geleneğin bir diğerine ya da diğerlerine üstünlüğünden, önceliğinden veya daha mükemmelliğinden söz edilemeyeceğini savunan pluralist/çoğulcu yaklaşımdan da ayrılır.

İnklusivist teorinin iki temel görüşünden söz edilebilir. Bunlardan birincisi, hakikatin ifadesi ve kurtuluş açısından belirli bir dinsel geleneğin norm olarak kabul edilmesidir. Buna göre hakikat, nihai gerçek ve kurtuluş, norm olarak alınan bu dinin öğretileri doğrultusunda tanımlanır; kurtuluşun tanımı ve ifadesinde belirli bir din/inanç merkezlilik ön plana çıkar. Örneğin Hıristiyan inklusivizminde kurtuluşun Mesih merkezli (Kristosentrik) yorumu normatif bir ön kabul olarak karşımıza çıkmaktadır. İnklusivist teorinin ikinci temel görüşü ise, norm olarak kabul edilen dinsel gelenekte tam ifadesini bulan hakikat ya da gerçeğin diğer dinsel gelenekler aracılığıyla da şu ya da bu şekilde kavranabileceği, dolayısıyla diğer din bağlılarının da kendi dinsel gelenekleri içerisinde kurtuluş açısından belirli bir olumlu mesafe kaydedebilecekleridir (bkn.. Heim, 1995: 4).

Bu iki temel görüşüyle inklusivist teori, C.H. Pinnock'un yerinde tespitiyle (1995: 102) "ekslusivizm ve pluralizm arasında bir orta yol" olma iddiasındadır. Gerçekten de inklusivizm, hakikat ve kurtuluş kavramlarına getirdiği yorum açısından bir yandan ekslusivizmle diğer yandan da pluralizmle bazı ortak noktalar taşımaktadır. Örneğin inklusivistler, kurtuluş için hakikati ifade eden bir mutlak durumun, koşulun var olduğunu ve bunun yalnızca bir dinde gerçek şekilde bildirildiğini savunmakla ekslusivist görüşe paralel bir yapı sergilemektedirler. Diğer yönden ise yine inklusivistler, kurtuluş yolunun tüm insanlara açık ve kapsayıcı olduğu, gerçek/doğru din tarafından belirlenen hakikatin, tanrısal gerçeğin ya da Tanrının farklı dinler vasıtasıyla da kavranabileceğini, ilahi rahmetin bu dinlerde de faaliyette olabileceği düşüncesiyle ekslusivistlerden ayrılmakta ve kısmen de olsa pluralistlere yaklaşmaktadırlar (Peterson, 1991: 228).

Birazdan değineceğimiz gibi, çeşitli araştırıcılarca Hıristiyan geleneğindeki inklusivist yaklaşımlar, çok öncelere hatta Kilise Babaları dönemine kadar götürülür. Ancak Hıristiyan çevrelerde bu yaklaşımın yoğun olarak tartışılması ve çeşitli çevrelerde adeta genel kabul görmesi fazla öncelere gitmez; özellikle II. Vatikan Konsili sonrası dönemde yoğunlaşan, hatta bazı kiliselerde resmi bir yaklaşım olarak kabul gören bu bakış açısının ana hatlarıyla 20. yüzyılda şekillendiği söylenebilir. Peki, Hıristiyan düşünürlerle eklesiastik çevreleri, kilisenin öteden beri önemli bir dogması olan extra ecclesiam nulla salus "kilise dışında kurtuluş yoktur" yaklaşımını yeniden düşünmeye ve kilise dışında da kurtuluş olduğu/olabileceği kanaatine götüren nedenler ne olabilir?

Bunları sosyo-kültürel nedenler ve eklesiastik/dinsel nedenler şeklinde iki kategoride ele almak mümkündür. Sosyo-kültürel nedenler farklı dinsel cemaatlerin bir arada yaşama zorunluluğundan ve gittikçe artan, hatta giriftleşen sosyal ilişkilerden kaynaklanan ve soruna pratik çözümler üretme amacına yönelik bir karakter taşırken, eklesiastik/dinsel nedenler konuya ilişkin çeşitli teolojik ve doktrinel çözümlemeleri içermekte ve daha fazla teorik bir boyut taşımaktadır.

Batıda gerçekleşen iki önemli hareket olan Sanayi Devrimi ve Aydınlanma hareketi birçok konuda olduğu gibi dinler arası ilişkiler konusunda da köklü değişikliklerin gerçekleşmesine ve bu bağlamda oldukça önemli sonuçların oluşmasına neden olmuştur. Şüphesiz bunu, bu iki hareketin doğrudan bilinçli bir etkisi ve sonucu olarak değerlendirmek gerekmez. Ancak Sanayi Devrimiyle Aydınlanma hareketinin oluşturduğu sosyo-kültürel ve düşünsel atmosfer, din konusundaki birçok entelektüel temanın tartışılmaya başlanması ve birçok inanç ve değerin sorgulanması yanı sıra, farklı dinlerin ve din bağlılarının birbirlerine bakışları açısından da köklü değişimlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır.

Genellikle 18. yy'da buhar makinesinin icadıyla İngiltere'de başladığı düşünülen ve kısa zamanda gelişerek tüm Batı ülkelerini içine alan sanayileşme hareketi, sömürgecilik, kölelik, ucuz iş gücü ticareti ve hızla artan göçler nedeniyle, kısa zamanda farklı inançları paylaşan insanların bir arada yaşadıkları toplumsal yapıların oluşmasına neden oldu. Böylelikle gerek Batı ülkelerinde gerekse sömürge bölgelerinde egemen güç konumundaki Batılılar ve bunların sahip oldukları dinsel gelenek olan Hıristiyanlık, farklı kültürel yapıya sahip olan halklarla ve Hıristiyanlık dışı inanç sistemleriyle doğrudan ilişki kurmak durumunda kaldı. Gerçi bu ilişkide Hıristiyanlık, genellikle tercihini farklı inançlardaki kişileri ve halkları Hıristiyanlaştırma çabaları ve misyonerlikten yana kullanma durumunda oldu ve bu bağlamda başta Latin Amerika, Okyanusya ve Afrika olmak üzere birçok sömürge bölgelerindeki halklarla buralardan Batı ülkelerine getirilen köleler Hıristiyanlaştırıldı. Ancak ilerleyen zaman içerisinde gerek sömürge bölgelerinde yaşayan halklar arasında gerekse Batı ülkelerine gelerek buralara yerleşenler içerisinde kendi etnik ve dinsel kimliğini koruyan, kendi farklılığını devam ettiren kimseler oldu ve Hıristiyanlar bu dinsel gruplarla misyonerliğin ötesinde, komşuluk, işçi-işveren ve benzeri düzlemlerde sosyal ve kültürel ilişkiler kurmak durumunda kaldılar. Zira, farklı inançları temsil eden kesimler, Rahner'in ifadesiyle birbirleriyle kapı komşusu oldular (Rahner, 1980: 54). Dolayısıyla bu zorunlu komşuluk ilişkileri zamanla komşuların birbirlerini daha iyi tanıma ve anlama ortamının oluşmasına zemin hazırladı. Bu durum Hıristiyanları, özellikle çeşitli Hıristiyan düşünürleri ve ilahiyatçıları, zamanla farklı inançlardaki komşularına yönelik Ortaçağlardan kendilerine miras kalan çeşitli önyargılarını sorgulamaya, iyi ve doğru insan olma, kurtuluş, hakikat ve benzeri kavramlara yönelik tekelci/dışlamacı tavırlarını yeniden gözden geçirmeye yönlendirdi.

İnklusivist bakış açısının sosyo-kültürel nedenleri arasında Aydınlanma dönemi çerçevesinde Batıda, özellikle bilim çevrelerinde gelişen din ve dinsel değerler karşıtı eğilimin de önemli yeri vardır. Bilim anlayışında dinsel verileri dışlayan, akıl ve empirik verilere dayalı bilim anlayışını ön plana çıkaran ve bu çerçevede genellikle dini bilim dışı, hayal ürünü, insanın korku ve ümit duygularından kaynaklanan, mitoslar ve gerçek dışı şeylerden ibaret bir kurum olarak gören Pozitivist çevreler, özellikle 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında kiliseye ve Hıristiyan dogmalarına adeta savaş açtılar. Kilise karşıtı bu mücadelede yalnızca Papalık kurumu ve Hıristiyanlık değil, diğer birçok dinsel gelenekte de şu ya da bu şekilde karşılığı bulunan Tanrı, ahiret, peygamberlik, vahiy, metafizik hakikat gibi değerler de salt akıl ve empirik veriler çerçevesinde eleştirilmeye bilim ve gerçek dışı addedilmeye başlandı. Batıda kilise ve din karşıtı çevrelerce geliştirilen bu yaklaşım, Hıristiyan çevreleri sorunun yalnızca Hıristiyanlığı değil bütün dinsel gelenekleri ilgilendiren ciddi bir problem olduğunu ifade etmeye ve kendisiyle özdeş olmasa bile paralel ya da en azından benzer inançları taşıyan diğer dinsel geleneklerle ve bunların bağlılarıyla, din ve dinsel değerler karşıtı bu çevrelere karşı ortak mücadele etme düşüncesine sevk etti. Örneğin, Katolik inklusivizminin önemli temsilcisi K. Rahner (1980: 53), Hıristiyanlık da dahil bütün dinlerin, geçmişte olmayan önemli bir düşmanlıkla, dindışılık, dinsel değerlerin toptan reddi ve katı sekülarizasyonla yüz yüze olduğuna dikkat çekti. Ateizm, pozitivizm ve materyalizm gibi akımlara karşı ortak mücadele etme isteği kiliseyi hem Hıristiyanlık içerisindeki farklı akımlarla yakınlaşıp uzlaşı zemini oluşturmaya hem de Hıristiyanlık dışı diğer dinsel geleneklerle birbirlerini tanıma ve anlama noktasında daha istekli ve hoşgörülü bir tutum izlemeye teşvik etti. Nitekim Hıristiyanlar, bu çerçevede diğer nedenlerin de etkisiyle zamanla Hıristiyanlık dışı dinlere karşı geleneksel dışlamacı tavırlarını gözden geçirmeye başladılar.

Hıristiyan geleneğinde diğer inanç sistemlerine ve bunların bağlılarına yönelik inklusivist bakış açısının eklesiastik/dinsel nedenlerini ise iki grupta toplamak mümkündür. Bunlardan birinci grubu; Tanrının sıfatları, Mesih, günahın evrenselliği, sevgi ve yaratma gibi konularda kutsal kitapta yer alan çeşitli ifadelerden hareketle yapılan yorumlar oluşturur. İkinci grubu ise, yine kutsal metinlerde yer alan ve içinde yaşadığımız dönemde Hıristiyan olmayanlara karşı inklusivist tavırlara kaynak ve destek olabilecek çeşitli örnek hadiseler/anlatılar teşkil eder.

Çeşitli Yeni Ahit kitaplarında Tanrı sevgisinin açık ve kapsayıcı olduğundan ve Tanrının bağış ve rahmetinin sınırsızlığından bahsedilir. Evrensel sevgi Tanrısı olan yaratıcı güç, insan da dahil tüm yeryüzünü sevmekte, bütün insanların kurtuluşunu dilemektedir. İnsanlığı yaratan Tanrının kendi sevgi ve rahmetini yalnızca bir gruba verdiği ve bunların dışında kalan çoğunluğu kurtuluştan uzak bir sapkınlık içerisinde bıraktığı düşünülemez. Dolayısıyla Tanrının sevgi ve rahmeti tüm insanlara yönelik olarak faaliyette olmalıdır. Aynı şekilde kutsal metinlerde günahın bir kişi, yani Adem aracılığıyla yeryüzüne indiğinden ve onun nesline bir miras olarak sirayet ettiğinden bahsedilmektedir (Romalılar 5:12-19). Dolayısıyla tıpkı tanrısal sevgi ve rahmet gibi günah ve bunun doğal uzantısı olan ölüm de evrenseldir; bütün insanları kapsayıcıdır. Günah ve ölüm evrensel olduğuna göre bu durumda günahtan kurtuluş ve ebedi olma da evrensel olmak durumundadır. Yine kutsal kitapta Mesih'in yalnızca belirli bir grup insanın değil bütün dünyanın günahları için çarmıha gerilip ölen kurban olduğundan söz edilir (1 Yuhanna 2:2). Mesih, insanlığın kurtuluşu için tekrar ölümden ebedi hayata dirilmiş ve ilahi aleme yükselmiştir. Dolayısıyla Mesih'in evrensel kurban oluşunu ve kurtarıcılığını işleyen bu metinler, aynı zamanda kurtuluşun da genel ve kapsayıcı olması gerektiğine işaret etmektedir.

Kitabı Mukaddes'in çeşitli bölümlerinde yer alan bazı kıssalar da Hıristiyan ilahiyatçılarca inklusivist teoriye delil olarak gösterilir. Örneğin bunlardan birisi, Luka'nın anlatısına göre Pavlus'un üçüncü misyon seyahati sırasında Atina'da, Areopagos adı verilen Atinalılar meclisinde Atina ileri gelenlerine hitap edip onlarla yaptığı tartışmalardır (Res. İş. 17:16-34). Atinalılara konuşması esnasında Pavlus, Atinalıların çok dindar olduklarına, "bilinmeyen Tanrıya" tapındıklarına dikkat çekmiş ve onlara kendilerinin tapındığı bu bilinmeyen Tanrıyı tanıtmaya geldiğini vurgulamıştır. Burada Pavlus, kendi misyonu öncesi de Atinalıların kendi kültürel yapıları içerisinde hakikate yöneldiklerini ve kısmen de olsa hakikate ulaştıklarını ima etmektedir. Yine Luka tarafından anlatılan konuya ilişkin bir diğer hadise, meşhur Kornelyus kıssasıdır. Resullerin İşleri'ndeki anlatıya göre (Res. İş. 10:1-48) Kornelyus, Tanrıya dua eden ve sadaka veren, doğruluğu ve Tanrıdan korkmasıyla tanınan iyi bir askerdir. Bu iyiliği sonucunda Tanrının meleği ona görünmüş ve Petrus'u bulması konusundaki ilahi iradeyi ona iletmiştir. Bu görüm (vizyon) doğrultusunda Petrus ile irtibat kuran Kornelyus'a Petrus tarafından İsa Mesih'ten ve mesajından bahsedilmiş ve böylelikle Kornelyus da İsa Mesih bağlıları arasına katılmıştır. Anlaşılacağı gibi bu kıssada Kornelyus, kendisine misyon ulaşmadan önce doğru yola yönelmiş, gerek ruhsal gerekse ahlaki olarak kendisini kurtuluşa hazır hale getirmiş bir kişi görünümündedir. Dolayısıyla bu kıssa da doğru dinsel geleneğe bizatihi bağlanmadan önce de kişide ilahi inayet ve rahmetin tecelli edebileceğine ve kişinin kurtuluş yoluna girebileceğine delil olarak algılanmaktadır. Kitabı Mukaddes'te, Melkisedek (Melchizedek) ile ilgili geçen ifadeler de aynı şekilde, kişinin belirli bir dinsel gelenek ya da öğretiden haberdar olmadan önce de doğru yola veya hakikate ulaşabileceğini ima ediyor olarak algılanmaktadır. Zira Tekvin 14:17 ve devamındaki ifadelerde İbrahim'le karşılaşan Salem kralı Melkisedek, "yüce Tanrının bir kahini" olarak tanımlanmakta ve övülmektedir.

Bundan başka Luka tarafından aktarılan, Pavlus'un Listra'da yaptığı konuşma da bu konuda referans olarak kullanılan kutsal metinler arasındadır. Bu konuşmasında Pavlus, kendisi ile yanındaki Barnaba'yı Hermes ile Zeus'a benzeten ve kendilerine kurban sunmaya çalışan Listralı paganistlere, geçmiş çağlarda Tanrının tüm ulusların kendi yollarından gitmelerine izin verdiğinden bahsetmekte ve Tanrının rahmetinin/inayetinin herkes üzerine olduğundan söz etmektedir (Res. İş. 14:16vd). Son olarak Pavlus'un Romalılara mektubunda, imanla kurtuluş konusunda verdiği İbrahim örneği de konuyla ilgili argümanlarda delil olarak kullanılır. Buna göre İbrahim İsa'yı ve onun mesajını bilmeksizin imanla kurtulmuş olan bir figürdür ve Pavlus bunu kurtuluşta bir model olarak almaktadır (Romalılar 4:1-25).

Hıristiyan inklusivistlere göre kutsal metinlerde yer alan İbrahim, Kornelyus, Melkisedek ve Atinalı inananlar gibi bütün bu iyi ve doğru şahsiyetler, kurtuluşun mükemmel ifadesi olan inanç sistemini ve Mesih öğretisini bilip duymadan kurtuluş yoluna meyletmiş ve tanrının rahmet ve inayetine ulaşmış kişilerdir. Bu şahsiyetler etrafında anlatılan kıssalar bize, Tanrının kurtarıcı faaliyetinin kurtuluşun tam ifadesi olan inanç sistemi dışında olan kimseler arasında da aktif olduğunu ve bunlar arasında da bazı kimselerin kurtuluş yoluna girebileceğini göstermektedir.

1 yorum: