21 Aralık 2008 Pazar

Gnostik Mitolojide Düşüş Motifi ve Demiurg Düşüncesi

Dinsel geleneklerin hemen hepsi maddi aleme (özellikle de yeryüzü ve onu çevreleyen gezegenlere), dinin asli muhatabı olan insanla ilişkisi açısından yaklaşırlar. Yine eksiksiz bütün dinler, temel doktrinleri arasında muhatabı olan insan için bir saadet ve mutluluk formülüne, onun için bir hidayet (ya da kurtuluş) öğretisine yer verirler. Soterioloji veya kurtuluş doktrini dinsel öğretilerin esasen temelini oluşturan bir konudur. İçinde yaşanılan maddi hayatta insanı saadet ve mutluluğa, hidayet ve kurtuluşa iletecek formüller, zorunlu olarak insanın saadet ve mutluluğunun karşısında olan acı ve ıstırabın, hidayet ve kurtuluşun karşısında olan sapkınlık ve dalaletin de insan hayatında söz konusu olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Bazı dinsel gelenekler acı ve ıstırapla dolu olan hayatın insanın bizzat kendisinden kaynaklandığı üzerinde dururlar. Başta çeşitli Hint dinleri olmak üzere birçok inanç sistemi tamamıyla acı, ıstırap ve çileyle dolu olan yeryüzü yaşantısının insanın bizzat kendi hareketleriyle belirlenen bir kısırdöngüye bağlı olduğunu kabul etmektedir. Örneğin Budizm kurtuluş doktrinini, yeryüzü hayatının tamamıyla ıstıraplarla dolu olduğu, ıstırapların kaynağında insanın bu acı dolu hayata bağlanma isteğinin bulunduğu ve bu ıstıraplardan kurtulmak gerektiği temeli üzerine bina eder; insanın kurtuluşu demek olan Nirvana’ya ulaşabilmek için doğru davranmak ve doğru düşünmek gibi hususlara riayet etmenin gerekliliğini vurgular. Bir başka Hint geleneği olan Caynizm ise hayatın acımasız karma çemberinden kurtulabilmek, acı ve ıstırapları yenebilmek için dünyadan el etek çekmeye yönelik katı bir asketik yaşantının önemi üzerinde durur. Öte yandan Zerdüştlük gibi etik düalizmin, İslam ve Yahudilik gibi monoteizmin hakim olduğu dinlerde de insanın yüz yüze kaldığı acı ve ıstırabın veya sapıklık ve hidayetin doğrudan insanın kendi eylemleriyle ilişki olduğu belirtilir. Zerdüştlükte tapınılan yüce tanrının mutlak iyi olduğu ve kötülükle hiçbir ilgisinin bulunmadığı belirtilir; bizzat kendileri kötü olmamakla birlikte maddi alem ve insan ilişkisinden kaynaklanan etik kötülük tanrısal düalizmin bir kutbunu oluşturur. İslamda ise Allah’ın kudret ve iradesi yönünden hayır ve şerrin Allah’tan geldiği belirtilir, ancak insanın dalalet ve sapkınlığının temel sorumlusunun kendisi olduğu vurgulanır ve insanın yüz yüze kaldığı acı ve ıstırabın etik yönü üzerinde durulur.

Birçok inanç sisteminde olduğu gibi, gnostik gelenekte de ontolojik ve teleolojik açıdan maddi alemi ve alem insan ilişkisini açıklamaya çalışmak üzerinde durulan temel konulardan birisini (belki de en önemlisini) oluşturur. Yaşantısında gerek ahlaki açıdan gerekse fiziksel açıdan acı ve ıstıraplarla karşı karşıya olan insana bunlardan kurtuluşun yollarını göstermek, Gnostik inanç sisteminde de öğretilerin merkezinde yer alır. Gnostisizm, acı ve ıstırabın, sapkınlık ve dalaletin, kısaca kötülüğün menşei konusunda diğer inanç sistemlerinden ayrılır. Gnostikler, kötülüğün yüce Tanrının tasarrufu dahilinde olduğunu ya da ondan kaynaklandığını kabul etmezler. Onlara göre tapınılan yüce varlık mutlak iyilik ve güzellik nitelikleriyle mücehhezdir. Kendisi her türlü kötü vasıftan uzak olduğu gibi, kötülüğe neden olması, yaratması veya kötülüğün ondan neşet etmesi de söz konusu olamaz. Öte yandan yine Gnostiklere göre insanın asıl varlığını oluşturan ve yüce tanrısal aleme ait olan ruh da yapısı gereği kötülükten uzaktır. O halde kötülüğün kaynağının bir başka yerde aranmasına ihtiyaç vardır. İşte bu noktada -diğer düalist akımlarda olduğu gibi- gnostisizmde de insanı ve alemi açıklamada çift kutuplu bir izaha yer verilir. Buna göre insan ve alemdeki bütün iyi nitelikler ve şeylerin kaynağı kendisi de nitelik itibarıyla iyi olan ve genellikle Yüce Hayat, Işık Kralı gibi isimlerle anılan yüce tanrıdır. Buna karşın çeşitli gnostik gelenekler arasında bir takım farklılıklar mevcut olmakla birlikte, tüm kötülüklerin kaynağı olarak ise maddi alem gösterilir. Ancak gnostisizm, böylesi bir düalizm konusunda diğer düalist geleneklerden ayrılır. Örneğin Zerdüştlükteki düalizm daha ziyade ahlakî bir karakter taşır. Gnostik düalizm adını verdiğimiz gnostiklerin düalizminde ise -etik bir karakter taşımanın yanı sıra- maddi aleme karşı doğrudan bir tavır söz konusudur. Gnostik düalizmde madde ve maddeden kaynaklanan her şey kötülükle özdeşleştirilir. Gnostik gelenekte hayatî olan bu tasavvur, örneğin Zerdüştlükte görülmez. [1]

Gnostiklerce acının, ıstırabın, kaosun ve her çeşit kötülüğün sebebi olarak görülen maddenin (hyle) nereden kaynaklandığı konusunda çeşitli gnostik gruplar arasında farklı görüşlere rastlanır. Konuyla ilgili iki temel bakış açısı dikkat çekicidir. Bunlardan ilki Suriye-Mısır geleneği arka planına sahip olan gnostik akımlarca (özellikle bu kategoride yer alan Yahudi ve Hıristiyan gnostik gruplarca) benimsenen bakış açısıdır. Buna göre madde ve kötülük de diğer her şey gibi nihai planda tanrısal alemden ve yüce tanrısal güçten neşet etmektedir. Bu, bir anlamda monoteistik bir görünüm arzeder; ancak maddenin ve kötülüğün oluşumunun tanrının iradesinin dışında gerçekleşmesi ve her ne kadar var oluş silsilesi nihai olarak yüce tanrıya kadar uzansa da maddi alemi var edenin yüce tanrının dışında olan başka güçler olması bu bakış açısının gnostik düalist bir bakış açısı olarak nitelendirilmesine neden olmaktadır. Konuyla ilgili ikinci temel bakış açısı ise, Hans Jonas’ın İran tipi gnostisizm adını verdiği[2], Sâbiîlik ve Maniheizm gibi gnostik ekollerce benimsenen görüştür. Bu bakış açısında düalizm çok daha fazla belirgindir; kötülükle özdeşleştirilen maddi alemin ve her türlü acı, ıstırap ve kaosun kaynağı olarak kabul edilen bir diğer tanrısal varlığa, kötülük ya da karanlık tanrısına yer verilir. Karanlık Kralı, Büyük İfrit veya Yeraltı Canavarı Ur gibi çeşitli adlar verilen bu tanrısal güç kötülük prensibinin kişileştirilmiş bir halinden ibarettir. Tıpkı iyilik ve ışık prensibinin kişileştirilmiş hali olan yüce tanrı konusunda olduğu gibi kötülük tanrısı da ezeli ve ebedi olarak kabul edilir. Bir diğer ifadeyle bu görüşte, ilk bakış açısında olduğu gibi maddenin ve kötülük ilkesinin kaynağı nihai planda yüce tanrıya dayanmaz; zira o da tıpkı yüce tanrı ve iyilik ilkesi gibi kendiliğinden mevcuttur. Her iki bakış açısında da gerek maddi alemin oluşumu (kozmogoni) ve bunu müteakip insanın var oluşu (antropogoni) tasavvurları yönünden gerekse gnostik düalizmin birbirine zıt iki kutbunda yer alan iyilik ve kötülük ya da ışık ve karanlık prensiplerinin birbirleriyle olan mücadeleleri yönünden ilahi alemden düşüş motifi oldukça önemlidir. Bu motifin incelenmesine geçmeden önce, konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından gnostik alem anlayışı hakkında kısa bir bilgi vermek yararlı olacaktır.

Gnostiklerin alem anlayışları düalist bir temele dayanır. Bütün gnostik gruplar, birbiriyle taban tabana zıt niteliklere sahip olan iki asli alemin varlığını kabul ederler. Bunlardan ışık alemi, nur alemi ya da hakikat alemi gibi isimlerle isimlendirilen alem, gnostiklerce tapınılan yüce tanrısal gücün merkezinde yer aldığı alemdir. Gnostik metinlerde “bilinmeyen” ve “maddi aleme yabancı olan” gibi sıfatlarla anılan yüce tanrının aleminden Pleroma (kemal, mükemmellik) terimiyle de bahsedilir. Bu alem, gnostik metinlerde “dünyalar” veya “aeonlar” gibi terimlerle ifade edilen birçok ilahi mekanı bünyesinde toplar. Işık alemini oluşturan bu ilahi mekanların sayısı 7, 9, 365 gibi çeşitli rakamlarla ifade edildiği gibi bazı metinlerde bunun sonsuz sayıda olduğu da belirtilir. Işık alemleri diye adlandırılan bu mekanlarda sayısız ilahi varlık, ışık varlıkları yaşar. Işık aleminin merkezinde yer alan yüce tanrıyı çevreleyen bütün bu varlıklar (aeonlar ve buralarda ikamet eden ışık varlıkları) bir bakıma yüce tanrının tezahürlerinden ibarettir. Yüce tanrının etrafında yer alan bu ilahi varlıklar yüce tanrıya mutlak itaat içerisinde ona hamd ve onu tesbih ederler. Yüce tanrı ve ışık alemleri bütün olumlu niteliklere haizdirler. Kısaca hayat ve ışık nitelikleri olarak özetlenebilecek olan bu pozitif nitelikler düzen, verimlilik, var edicilik, adalet, huzur, barış ve benzeri tüm olumlu vasıfları içerir. Esasen hayat ve ışık kültü gnostik teolojiye baştan sona hakimdir. Örneğin birçok gnostik dokümanda yüce tanrı, diğer çeşitli isimlerin yanı sıra Hayat, İlk Hayat ve Işık Kralı gibi isimlerle de isimlendirilir. Bazı gnostik geleneklerde ise ışık alemi “Hayat Ağacı” adı verilen bir ilahi ağaç şeklinde tasvir edilir. Hayat Ağacı bir bakıma yüce tanrıyı sembolize eder, bu alemde yer alan diğer ışık varlıkları ise bu ağacın dalları ve yaprakları olarak nitelenir.

Diğer taraftan gnostikler, düalist alem anlayışının öbür kutbuna ise karanlık ya da kötülük alemi adını verdikleri alemi koyarlar. Işık aleminin tam tersine bu alem tüm olumsuz nitelikleri bünyesinde taşıyan bir karaktere sahiptir. Suriye-Mısır tipi gnostik gelenekler, karanlık aleminin varlık itibarıyla ışık alemi gibi ezeli bir mevcudiyete sahip müşahhas bir alem olmadığını kabul ederler. Bu gruba dahil çeşitli gnostik metinlerde (örneğin Nag Hammadi Literatürü içerisinde yer alan Dünyanın Menşei Üzerine başlıklı dokümanda) karanlık aleminin öncesiz olmadığı ve ışık aleminin onun mevcudiyetinden önce var olduğu vurgulanır.

“Alemin tanrıları ve insanlığın, herkesin, kaostan önce hiçbir şeyin olmadığını söylediklerini gören ben, onlardan ayrı olarak onların hepsinin yanıldıklarını göstereceğim. Zira onlar ne kaosun menşeine ne de onun köküne vakıftırlar. ... Ancak gerçekte o (kaos), karanlık ismiyle isimlendirilen bir gölgeden neşet eder (ibarettir). Ve gölge, başlangıçtan itibaren mevcut olan bir varlıktan çıkar. Bundan başka, kaosun varlık haline gelmesinden önce onun mevcut olduğu açıktır.”[3]

Dolayısıyla bu anlayışa göre karanlık alemi, yüce tanrı ve tanrısal alemin dışında olan şeydir ve varlığı yüce tanrının varlığına bağlıdır. Diğer taraftan İran tipi gnostik geleneklerde karanlık ve kötülük aleminin tıpkı ışık alemi ve yüce ışık tanrısı gibi müşahhas bir varlığının bulunduğu kabul edilir. Buna göre karanlık alemi de ışık alemi gibi bir yapılanmaya sahiptir. Karanlık aleminin merkezinde Karanlık Kralı ya da Karanlık Tanrısı adı verilen tanrısal güç bulunur ve bütün kötü varlıklar bunun etrafında yer alır. Karanlık alemi de bir bakıma Karanlık Tanrısının tezahürlerinden ibaret olan sayısız kötü mekanlardan (dünyalardan) oluşur. Işık alemi ve ışık varlıklarının tersine bu alem hayat ve ışık prensiplerinden yoksundur; dolayısıyla düzen, verimlilik, var edicilik gibi niteliklere sahip değildir. Gnostik metinlerde sık sık bu alem durgun, kaotik ve gölgesel bir alem şeklinde tasvir edilir. Zulüm, şiddet, yalan, düzensizlik ve diğer bütün kötü nitelikler bu alemin karakteristik özellikleri arasındadır. Gnostikler, Karanlık Kralının da ezeli ve ebedi bir mevcudiyete sahip olduğunu kabul ederler.

Gnostisizme göre bu iki alem, sadece birbirine taban tabana zıt niteliklere sahip olmakla kalmayıp aralarında bitmek tükenmek bilmeyen bir çekişme ve mücadele sürdürürler. Gnostik literatürde sembolik bir anlatımla betimlenmeye çalışılan bu mücadelenin temelinde, hayat ve ışık prensibinden yoksun olan karanlığın (veya kötülüğün), bünyesinde bu prensipleri taşıyan ışık varlıklarını ele geçirme arzu ve isteği yatar. Dolayısıyla gnostikler, bir çeşit “kutsal tarih anlayışı” olarak nitelenebilecek olan tarih doktrinlerini ışıkla karanlık güçleri arasındaki bu mücadele üzerine bina ederler. İki zıt güç arasındaki bu mücadele pasif, aktif ve tekrar pasif olmak üzere üç döneme ayrılır. Ezelde ışıkla karanlığın kendi asli mekanlarında bulunduğu ve aralarında pasif bir mücadelenin söz konusu olduğu kabul edilir. Bu ilk (orijinal) dönemin akabinde karanlıkla bazı ışık unsurlarının birbirine karıştığı ve fiili taarruzların cereyan ettiği aktif mücadele dönemi gelir. Aktif mücadele dönemi ilahi ışık aleminden düşüşün, maddi alemin yaratılmasının ve insanlık tarihinin de içerisinde yer aldığı dönemdir. Bu dönemin maddi alemin yok edileceği kıyamete kadar devam edeceğine inanılır. Aktif mücadele döneminin nihayetinde ise tekrar pasif mücadele dönemine dönülecektir. Bu, bir bakıma ışıkla karanlık alemlerinin aslî konumlarına yeniden dönmeleri anlamına gelir.

Gnostisizmde ışık aleminin -Sâbiîlerde olduğu gibi- genellikle kuzeyde olduğu kabul edilir. Maniheizm gibi gnostik geleneklerde ise kuzeyin yanı sıra doğu ve batının da ışık aleminin yer aldığı yönler olduğu belirtilir. Öte yandan hemen hemen bütün gnostik gruplarca güney, karanlık aleminin bulunduğu yön olarak görülür. Ayrıca birçok dokümanda, ışığın yukarıda karanlığın aşağıda yer aldığı, ya da karanlığın yeraltında bulunduğu vurgulanır. Var oluşu genellikle ışık aleminden düşüş olayına bağlanan maddi alem veya kozmos ( özellikle yeryüzü ve gezegenler), bütün gnostik gruplarca karanlık aleminin bir parçası olarak nitelenir. Bazı dokümanlarda yeryüzünün maddi alemin merkezinde bulunduğu, bunun hava ve gezegensel alemin çevrelediği, ışık aleminin (Pleroma ve aeonlar) ise bunun üzerinde, en dışta yer aldığı belirtilir.[4] Ayrıca gnostik metinlerde karanlık aleminin en aşağıda, maddi alemin bunun üst kısmında, ışık aleminin ise en yukarıda olduğu da kabul edilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder