21 Aralık 2008 Pazar

İnklusivizmin yüzyüze olduğu sorunlar ve geçerliliğinin imkanı

Dinsel çoğulculuğu konu alan diğer teorilere yönelttiği eleştiriler ve ortaya koyduğu kendi argümanları dikkate alındığında, savunucularınca hakikat ve kurtuluş öğretileri çerçevesinde öteki gelenekleri açıklamak açısından en iyi yol ya da aşırılıklar arasındaki orta yol olduğu düşünülen inklusivist/kapsayıcı bakış açısının da çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğu görülmektedir.

İnklusivizmin karşı karşıya olduğu sorunların başında, bu bakış açısının dinin iddialarıyla, kavram ve değerleriyle ne kadar uyuştuğu, onların önemini ne kadar vurguladığı hususu gelmektedir. Her dinsel gelenek, kurtuluş açısından kendi hakikat öğretisinin mutlak doğruluğunu ve mükemmelliğini savunur. Şayet öteki dinsel gelenekler içinde de kurtuluş mümkünse, o zaman dinin mutlaklık, merkezilik ve mükemmellik iddiası tartışılır hale gelmez mi? Örneğin Hıristiyanlıkta Mesih'e iman yoluyla kurtuluş düşüncesi işlenir ve bu çerçevede Yeni Ahit'te Mesih'i tanımadan Tanrıyı tanımanın mümkün olmadığının altı çizilir. Mesih bilincine varılmaksızın ve Mesih cemaatine (kilisesine) bağlanılmaksızın bir başka inanç sisteminde de doğruya/hakikate ulaşmak mümkünse, bu durum Mesih aracılığıyla kurtuluş inancının önemini ve hakikatin ifadesinde Mesih'in rolünü azaltmaz mı? Bu çerçevede inklusivizm bağlamındaki bir kurtuluş öğretisi, ötekilerle bir arada yaşama ve onları kurtuluş açısından dışlamama yönünden pratik bir fayda amacı güderken, dinin hakikat ve kurtuluş öğretisinin mutlaklığı, mükemmelliği ve merkeziliği açısından ilgili dinsel gelenekle bağlısı arasında olması gereken güçlü bağı zayıflatıcı bir gelişimin nedeni olabilir. Zira, bir başka dinsel geleneğin inanç ve öğretileriyle de kişi hakikat/kurtuluş açısından belirli bir mesafe alıyor hatta kurtulabiliyorsa, bunun, Mesih aracılığıyla kurtuluş öğretisinin mutlak doğruluğunu ve mükemmelliğini ve Hıristiyan hakikat öğretisinin diğerlerinden üstünlüğünü tartışılır hale getirmesi kaçınılmazdır. Bu durum ise zamanla kişinin (en azından bazı kişilerin) kendi dinine karşı ilgisizliğini ve dinsel inanç, öğreti ve ritüellere karşı soğukluğu beraberinde getirecektir.

Diğer taraftan, inklusivist bakış açısının önerdiği, öteki dinsel geleneklerde de hakikatin ifadesi ve kurtuluş mümkün olabilir görüşü nasıl gerçekleşebilir sorunu da önemli bir problemdir. Hıristiyan inklusivizmi "kurtuluş ancak Mesih aracılığıyladır" inanışını birinci öncül olarak kabul ettiğine göre diğer dinsel gelenek bağlıları bunu nasıl gerçekleştirebilirler? Bir kişi, kendi inancıyla da kurtuluşa kavuşabiliyorsa, onun daha doğru olan ya da gerçeği tam/mükemmel olarak yansıttığı düşünülen normatif inanca gelmesine ne gerek var? İnklusivistlerin çoğunluğu, diğer dinlerdeki durumun geçiciliği üzerinde durup, aslolanın kurtuluşun gerçek temeli olan Mesih öğretisinin farkına varıp bunu kabullenmek olduğunu vurgularken, bazıları önemli olanın kurtuluş olduğunu, dolayısıyla kişinin kendi kurtuluşunun gerçek temelinin ne olduğunu bilip bilmemesinin çok da önemli olmadığını savunurlar (Peterson, 1991: 230). Ayrıca diğer dinlerde Mesih fikrini hiç duymaksızın da insanların, sergiledikleri iyi yaşam ve düşünceler ile kurtulabilecekleri düşüncesi, karşımıza hangi inanç ve geleneklerin kişiyi böylesi bir iyi yaşam ve düşünceye sevk ettiği/edebileceği ve hangi dinlerin hangi ölçütlere göre bu bağlamda diğerlerinden ayrı olarak ele alınabileceği gibi sorular çıkarmaktadır. Bir başka ifadeyle, dinsel geleneklerin bağlısını hakikat ve kurtuluşa ulaştıran özelliklerini tespit etmede ölçütün ne olacağı konusu da önemli bir sorun olarak durmaktadır (Aslan, 1998: 153).

İnklusivist teoriler, hakikate yönelik gerçeklerin farklı kültürel yapılara sahip insanlarca bilinebileceğini ve öteki dinsel geleneklerde de insanların tanrısal inayetin/rahmetin bir tecellisi olarak hakikate yönelik belirli gerçeklere ulaşabileceklerini tartışırlar. Peki, P. Byrne'ın sorduğu gibi (Bryne, 1995: 19-20), madem insanlar bu şekilde kendi gelenekleri içinde de normatif dinde en son ve mükemmel ifadesini bulan hakikati/gerçeği keşfedebilirler, o halde neden daha üstünü ve mükemmeli ifade eden normatif gelenekle karşılaştıklarında onun kendilerine sunduğu gerçekleri tanımazlar?

Yine bir başka problem olarak; şayet Hıristiyanlık dışı bir dinsel gelenek, örneğin İslam, kendi bağlısını hakikate/kurtuluşa ulaştırabiliyorsa ve bu dinin temel inanç esasları Hıristiyanlığın Mesih inancıyla taban tabana zıtsa bu durum, Hıristiyan öğretisinin merkeziliği, mükemmelliği ya da kurtuluşta ölçütlüğüyle nasıl bağdaşabilir? Varlık öncesi var olan (pre-existent) tanrısal İsa Mesih inancını ve Mesih'in yeryüzünde bedenleşmesi, çarmıhta bütün insanlık için ölümü ve benzeri temel Hıristiyan inanışlarını reddeden İslam, kendi öğretileri ve yaşam tarzıyla Müslümanları kurtuluşa iletebiliyorsa, o zaman yalnızca Mesih aracılığıyla kurtuluşu öngören Hıristiyan öğretisinin merkeziliği ya da mükemmelliği tartışılır demektir.

Öteki dinsel geleneklerde de kurtuluş mümkün olabilir görüşünü dile getiren Hıristiyan inklusivistlerin "öteki" ifadesiyle genellikle Hıristiyan dünyasının gerek Batı ülkelerinde gerekse başta ön Asya olmak üzere çeşitli bölgelerdeki Batının eski ve yeni sömürgelerinde karşı karşıya olduğu İslam, Budizm, Hinduizm ve Yahudilik gibi dinleri kastettiği dikkati çekmektedir. İnklusivistlerin bu "öteki" kavramı içeriğine eski ve yeni çeşitli kabile dinlerini ya da politeizmi temel alan inanç sistemleri gibi dinsel akımları sokmamaları da ilginçtir. Genellikle Tanrının bütün insanların yaratıcısı olması, hem günahın hem de bağışın evrenselliği ve tanrısal inayet ve rahmetin tüm yeryüzünü kapsayıcılığı gibi teolojik düşüncelerden hareketle kurgulanan inklusivist bakış açısının, hakikat/kurtuluş öğretisinde dikkate alınan öteki dinler bağlamına yalnızca belirli (bağlıları açısından yaygın) dinsel gelenekleri sokması ve eski ve yeni diğer çeşitli dinleri kapsam dışı tutması bir tutarsızlık olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin bir Hindu, kendi inanışı içerisinde kurtuluşa kavuşuyorsa/kavuşabiliyorsa, neden bir çağdaş Satanist ya da geçmişte yaşamış olan geleneksel Arap dinine bağlı bir politeist kurtuluş kavramının dışında tutulsun? Şayet kurtuluşta en mükemmelin ifadesi olan ve Mesih tarafından kurulan Hıristiyanlık dışındaki öteki dinler, tarih içerisinde ortaya çıkan insan ürünü kültürel birer yapı ise ve her öteki dinsel gelenek içerisinde de kişi şu ya da bu şekilde kurtuluşa erişebilirse bu dinlerin kapsamının yalnızca üç beş dinle sınırlandırılması mantıksızdır ve Tanrının evrenselliği, Tanrının rahmet, inayet ve bağışının evrensel kapsayıcılığıyla çelişiktir.

Bazı inklusivistler, öteki dinlerin kişiyi aslında mükemmel yol olan Hıristiyanlığa ya da Mesih öğretisine hazırlamak gibi bir fonksiyon ifa ettiklerini, bu çerçevede diğer dinler içerisinde doğru, iyi ve hakikate yönelik bilinçli/bilinçsiz bütün yönelişlerin o kişilere Hıristiyan misyonun götürülmesi açısından oldukça önemli olduğunu ileri sürerler. Örneğin bu çerçevede Pinnock (1995: 119-120), yukarıda belirttiğimiz gibi, öteki din bağlılarını "Mesianik kurtuluşu bekleyen inananlar" olarak tanımlar. Hıristiyan inklusivistlere göre bu kişiler, Tanrının evrensel rahmet ve inayetinin tecellisi olarak Ruhun (ya da kimine göre doğrudan tanrısal rahmetin) bütün insanlar arasında faaliyette olduğunu ve farkına varmasalar da insanların zaman zaman bu faaliyetin sonucu olarak hakikat ve kurtuluştan nasipleri aldıklarını düşünürler. Bu yaklaşımın da çok ciddi sorunlar taşıdığı ortadadır. Öncelikle bu yaklaşımın diğer dinlere karşı gerçekte samimiyetsiz bir tutum izlediği açıktır. Zira bu yaklaşımı savunanlar, diğer dinlere yönelik değerlendirmelerini, ötekini/ötekileri belirli bir dinsel geleneğe (kendi dinlerine) çekme açısından bir araç, yararlı bir geçici vasıta olarak değerlendirirler. Bir bakıma ötekinin hakikat ve kurtuluş açısından üstlendiği misyon, kişileri merkezi/mükemmel olan geleneğe taşımada aracılık etmedir. Bu geçici misyon tamamlandığında öteki dinsel geleneklerin işlevi de bitmiş olacaktır. Bunun ötekine karşı dürüstçe bir tutum olmadığı ortadadır. Yine ötekine yönelik bu yaklaşım, geleneksel Hıristiyan misyonerliğinin bir uzantısı görünümü vermektedir. Zira bu bakış açısında Hıristiyanlık dışı dinler değerlendirilirken, aslında temel alınan kavramlar hakikat ve kurtuluşun tezahürü ya da ilahi rahmet ve inayetin dinsel/kültürel yapılarda nasıl tecelli edeceği gibi hususlar değildir. Bunun yerine temel kaygı, diğer din mensuplarının nasıl Hıristiyanlaştırılacağı ve bu bağlamda diğer dinsel inanç ve öğretilerin kişinin Hıristiyan olabilmesi açısından nasıl bir işlev taşıdığıdır. Dolayısıyla özellikle evangelik inklusivistler, diğer dinlere ilişkin değerlendirmelerini misyoner gözlüğüyle diğer din bağlılarını tahlil etme çerçevesinde yapmaktadırlar. Bu ise, Hıristiyanlık dışı kimselerin temsil ettikleri inanç, öğreti ve dinsel yaşamın kurtuluş açısından kayda değer görülmesi değildir. Zira bu bakış açısı öteki dinsel gelenekleri değil bunların bağlılarını hedef edinmekte ve onları aslında kurtarılacak, ne kadar iyi olursa olsun bağlı olduğu mevcut geleneği bırakıp Hıristiyanlığa geçtikleri taktirde tam anlamıyla kurtuluş yoluna girecek kişiler olarak değerlendirmektedir.[4]

Her dinsel geleneğin hakikatin ifadesi olduğunu ancak hiçbir dinin hakikatin mutlak ve mükemmel ifadesi olmadığını savunarak hakikat konusuna daha global bir perspektif getirmeye çalışan pluralistleri, hakikati anlama açısından emperyalistik olmakla itham eden inklusivistlerin de aynı şeyi yaptıkları inklusivizme yöneltilebilecek bir diğer eleştiri noktasıdır (Hick, 1998b: 325). Gerçi inklusivistlerin, pluralizme yönelttikleri bu eleştiri yerindedir, ancak pratikte ötekileri dışlamama gerekçesinden hareket eden inklusivist teorinin de belirli bir sistemi merkeze koyma nedeniyle peşin peşin diğerlerini küçümsemekte olduğu ve gizli şekilde de olsa normatif dinsel gelenek lehine bir üstünlük iddiası taşıdığı ve kendi hakikat öğretisini ötekilere dikte etmeye/dayatmaya çalıştığı açıktır.

Hıristiyan inklusivizmi, hakikat/kurtuluş açısından Hıristiyanlığı merkeze koymakta ve diğer dinleri ve bağlılarını Kristosentrik bir hakikat/kurtuluş öğretisi çerçevesinde değerlendirmektedirler. Bu doğrultuda Hıristiyanlığın, hakikat ve kurtuluş açısından Tanrı tarafından tesis edilen ve merkezilik ve mükemmelliği ifade eden "özel" ya da "sıra dışı" bir konuma sahip olduğu, çokluğu ifade eden öteki geleneklerin ise "genel" ya da "sıradan" yollar oldukları düşünülmektedir. Hıristiyan inklusivizminin bu bakış açısının oldukça öznel bir yaklaşım olduğunu ve normatif bir hakikat/kurtuluş iddiasına dayandığını söylemeye gerek yok. Fakat bu bakış açısından hareketle her bir dinsel gelenek kendisini merkeze ya da "özel" konuma koyup, Hıristiyanlık da dahil diğerlerini "genel" ya da sıradan yollar olarak değerlendirebilir. Örneğin bu inklusivist anlayıştan hareketle İslam kültürü içerisindeki bir kişi de pekala İslamın Allah'ın seçtiği son ve en mükemmel hakikat/kurtuluş yolu olduğunu, diğer dinsel geleneklerin ise kişiyi İslamda mükemmel ifadesini bulan hakikat/kurtuluş anlayışına göre doğru yola iletebildiği ölçüde kurtuluş açısından olumlu bir işleve sahip olabileceklerini düşünebilir. Bu durumda her dinsel gelenekte yapılacak bu ve benzeri değerlendirmeler, her zaman öznel olmak durumundadır. Zaten her dinsel geleneğin kendini merkeze koyması ve normatif bir hakikat iddiası taşıması, dinin varoluş amacına yönelik bir özelliktir. Kurtuluş ve hakikatin ifadesi açısından öznellik, normatiflik ve merkeziliği/mükemmelliği ekslusivist bakış açısı dürüstçe dile getirirken, aslında farklı bir yaklaşım sergilemeyen inklusivistlerin bu konuda aynı dürüstlüğü göstermedikleri dikkati çekmektedir.

Pluralist bakış açısıyla Hick (1995: 82-83), Kristosentrik bir yapıyı temel alan Hıristiyan inklusivizmini, güneş sisteminin merkezi olarak güneşi kabul eden astronomideki Kopernik devrimine adapte olamamakla ve hâlâ yeryüzünü bu sistemin merkezi sayan Ptolemik teoriye bağlı kalmakla suçlar. Zira Hıristiyanlığı ve Mesih öğretisini merkez alan Hıristiyan inklusivizmi, Tanrının merkezde olduğu ve bütün dinsel geleneklerle birlikte Hıristiyanlığın da bu ilahi merkez/hakikat etrafında dönen inanç dünyaları olduklarını kabulden uzaktır. Bundan başka Hick (1995: 43), kurtuluş anlayışı konusunda geleneksel yaklaşımdan pek farklı bir şey söylemediği itirazıyla da Hıristiyan inklusivizmini eleştirir. Ona göre, kurtuluşun İsa Mesih'in çarmıhta ölümü vasıtasıyla bağışlanma ve tanrısal kabul şeklinde tanımlanması yalnızca bir tautolojidir. Zira bu, Hıristiyanlığa göre şekillenmiş geleneksel ben merkezli bir kurtuluş öğretisidir. Oysa bunun yerine, kurtuluşun Tanrı merkezli olarak dünya dinlerinin hepsinde az çok aynı oranda beliren bir unsur olarak tanımlanması gerekir.

Genellikle Hıristiyan inklusivistleri, ötekilerin er ya da geç sonunda normatif geleneğe, yani Hıristiyanlığa gelecekleri kanaatini taşırlar/umarlar. Oysa Hick'in de vurguladığı gibi realiteye bakıldığında bu, yalnızca boş bir beklentiden, bir fantaziden ibarettir.[5]

Pluralist teoriler gibi inklusivist teoriler de kendilerini dünya inançları üzerinde bir öncül olarak görürler. Pluralist teoriler, dinsel geleneklerin hakikat/kurtuluş öğretilerindeki mükemmel olma, son olma ya da merkezi olma gibi özellik/belirlilik unsurlarını buharlaştırıp, pluralistlerin hakikat/kurtuluş anlayışına adeta dinler üstü bir boyut kazandırırken, inklusivistler de normatif din merkezli anlayışı diğerlerine dayatmaktadır. Dolayısıyla her iki yaklaşımda da diğer dinsel geleneklerin hakikat/kurtuluş anlayışının belirli bir çizgide yönlendirilmesi söz konusudur. Oysa her iki anlayışın da kurtuluş açısından ötekilerin teolojik yaklaşımlarının şekillenmesinde gerçekte bir farklılık oluşturduğundan/oluşturabileceğinden bahsedilemez.

Son olarak, bazı pluralistler (örn. Hick, 1998a: 542-543) inklusivist yaklaşımın öteki dinsel geleneklerle sağlıklı zemine dayalı bir diyaloğu da neredeyse imkansız hale getirdiğini tartışırlar. Zira Hıristiyan inklusivizmi, Hıristiyanlığın diğerlerinden eşsiz üstünlüğü ve Hıristiyan olmayanların daha düşük dinsel seviyelerde olduğu gibi bir önyargı taşımaktadır. Bu önyargının ise, Hıristiyanlık dışı dinlerle eşit şartlarda diyaloğu ortadan kaldırdığı aşikardır.

İnklusivist teorilere ve bunların yüz yüze olduğu sorunlara dikkat edildiğinde, bunların da gerçekte dinsel geleneklere yönelik ekslusivist ve pluralist yaklaşımların içerdiği sorunlardan/handikaplardan uzak olmadıkları görülmektedir. Referansını büyük ölçüde ötekine ilişkin teolojik değerlendirmelerden ve farklılıklar içinde bir arada yaşama ve birbirini anlamaya ilişkin istek ve kaygılardan alan inklusivizm, her ne kadar pratikte yararlı olabilecek bir yaklaşım olarak görülse de gerçekte hem dinin temel teolojik iddialarına/özeliklerine aykırı anlayışı hem de ötekine yönelik önyargılı ve emperyalistik tutumu nedeniyle tutarlı yaklaşım olmaktan uzak bir görünüm sergilemektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder