21 Aralık 2008 Pazar

Diyalog İlkelerine Yönelik Bir Değerlendirme

Bütün bu saydığımız ilkelerin ışığı altında, dinlerarası diyalog, muhatabı anlamaya ve onun tarafından anlaşılmaya yönelik bir girişim olarak görülebilir. Daha geniş bir ifadeyle, dinlerarası diyalog, muhataplarımızı, onların kendilerini anladıkları gibi anlama ve onların da bizi, kendimizi algıladığımız gibi anlamalarını talep etme sürecidir. Bu anlamdaki bir diyalogda, şu değişmez ve temel ilkeler mutlak surette bulunmalıdır. Eşit bir zemin, karşılıklı saygı, diğerlerinin kendilerini anladıkları gibi onların dünya görüşlerini anlama, kültürleri ve inanç yapılarının olumlu değerlerini anlamaya hazır olma, tek taraflı karşılaşmadan (monologdan) sakınmak için muhatabın geleneğinin problemli noktalarını görmezlikten gelmeye hazır olma, diyalog için mümkün en verimli ortamın sağlanması için kendimizi muhatabımızın pozisyonuna koymaya çalışma ve Tanrı’nın rahmet ve merhametinin sadece kendi inançlarımızı paylaşan kişiler arasında değil, aynı zamanda diğer inanç mensuplarının arasında da bulunduğunu kabule hazır olma. Bütün bu ilkelere uyulduğunda, diyalog tarafları, ilahi hakikat konusundaki kendi ben-merkezli ve mutlakıyetçi iddialarından uzaklaşarak ‘Tanrı-merkezli’ bir anlayışa sahip olurlar.Şayet bu ilkelerden hiç birisine riayet edilmez ise, o zaman, diyalog yalnızca birtakım olumsuzlukları ihtiva eden faydasız ve verimsiz bir etkinlik olmaktan öteye geçemez. Hiç kuşkusuz, böylesi bir diyaloğun başlangıç noktasını, muhatapların birbirlerine karşı takındıkları olumsuz tavır oluşturur; eşitliği ortadan kaldıran, bir tarafın diğerine üstünlüğü durumu ortaya çıkar; karşılıklı anlayış olmaz ve buna bağlı olarak, ortak değerler ve problemler dikkate alınmaz; diğerlerinin dinî inançlarını küçük görme anlamına gelen ilahi hakikatten diğerlerini dışlama ortaya çıkar, yani dışlayıcı bir tutum takınılmış olur. Bu durum ise, geleneksel düşmanlık imajlarının devam etmesine vesile olur ve sonuçta, diyalog, problemli konuların ve önyargıların üzerine bina edildiği ve nihai amacı sadece ve sadece muhataba üstünlük kurmak olan bir birlikteliğe dönüşür.[29]Diyaloğun yukarıda ifade ettiğimiz temel ilkeler çerçevesinde yürütülmesini engelleyen pek çok faktör de mevcuttur. Bu engelleri ortadan kaldırmak ve diyaloğu kolaylaştırmak onlara ilaveten, şu hususların da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.[30]1. Diyaloğun tarafları, diyalog masasına, kendilerinin ‘son söze’, ‘nihai vahye’, ‘mutlak hakikate’ veya ‘mutlak kurtarıcıya’ sahip olduğu tarzında birtakım dışlayıcı iddialarla gelmemelidirler. Bu çeşit iddialar, yukarıda zikrettiğimiz bütün diyalog prensiplerini kendiliğinden devre dışı bırakır. Zira bu tarz mutlaklık ifadelerini diyalog prensiplerinin ışığı altında düşündüğümüzde, şu soruları kendimize sormamız kaçınılmaz olmaktadır: Bizim sahip olduğumuz normun tek ve nihai olması, bizden farklı olanların normlarının otomatikman bizimkinden daha aşağı olduğunu ima eder ki, bu durumda nasıl biz o kişileri dinlemeye ve onlardan öğrenmeye açık olabiliriz? Bizim nihai ve mutlak vahyimizin, diğerlerinin vahiylerini dışladığı bir durumda, biz nasıl muhatabımızdan öğrendiklerimizin ışığı altında kendi geleneksel inançlarımızı yeniden düşünmeye çalışabiliriz? Veya yukarıdaki diyalog ilkelerini yeni imkanlar yaratmak için kullanabiliriz? Diyalog sürecinde diğer dinsel geleneklerin sahip olduğu değerleri değerlendirirken, onları tamamlayıcı olarak mütalaa edilen bizim nihai ve bağlayıcı vahyimiz, bizi, Tanrı adına kendi kriterimizi diğerlerine benimsetmeye zorlamaz mı? Şayet bizim dinî figürümüz, bütün diğer din mensuplarının önünde diz çökmesi gerektiği tarzda mutlak kurtarıcı olarak mütalaa edilirse, diyalog sürecinde nasıl diğer geleneklerin dinî figürlerini ilahi hakikate götüren farklı vizyonlar olarak görebiliriz?İşte bütün bu nedenlerden dolayıdır ki, sağlıklı ve verimli bir dinlerarası diyalog için geleneksel mutlaklık iddialarının yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Ancak bu yeniden gözden geçirmeyi verimli bir diyalog için ileri sürerken, diyalog sürecinde sağlam kanaatlere, doğru ve kutsal olarak kabul ettiğimiz şeylere kişisel bağlılık göstermememiz gerektiğini söylemiyoruz. Çünkü kişinin kendi inancına, kendi geleneğine veya kendi doğrularına olan güçlü kişisel bağlılığı, diyaloğun gereklerindendir. Burada kastımız şudur: Kendi dinimize, inançlarımıza veya doğrularımıza tam bir bağlılık ve bu konulardaki iddialarımızın açık ve evrensel olması için, bunları yegane hakikatler olması gerekmez. Yani bir şeyin gerçekten doğru olması için, o şeyin tek hakikat olması gerekmez. L. Gilkey’in de haklı olarak ifade ettiği gibi, dinî çoğulculuğun egemen olduğu dünyamızda görecelik (relativism) pratikte yaşanması gereken bir paradoksdur.[31] Hatta, kanaatimizce bir diyalog sürecinde herhangi bir din mensubunun mutlakıyet ifade eden kendi inanç ve kanaatlerini göreceli olarak anlaması, dinler arası diyaloğa diğer türlü anlayışlardan daha fazla hizmet eder. Çünkü bu tarz bir yaklaşımı benimseyen diyalog taraftarları muhataplarının inançlarını olumlu olarak takdir etmeyle kendi inançlarına samimi ve içten bağlılık arasında bir denge kurmuş olur. Buna göre, diyalog sürecine iştirak eden kişiler bir taraftan kendilerine özgü inançların kendileri için mutlak doğru olduğunu kabul ederek onun gereklerini yerine getirmeye çalışırken diğer taraftan da muhataplarının inançlarının da onlar için doğru olabileceği ihtimaline hazır olmalıdırlar.2. Şayet dinler arası diyaloğun, ona iştirak edenler için faydalı ve verimli olması isteniyorsa, bu takdirde, onun bütün taraftarlarca paylaşılan bir ihtida düşüncesi üzerine kurulması gerekir. Bu bağlamda, entelektüel, ahlaki ve dinî olmak üzere üç tür ihtidadan bahsedilmektedir. Entelektüel ihtida: Diyalog sadece bilme, işitme veya bir göz atma konusu olmayıp, aynı zamanda, tecrübe etme, anlama ve değerlendirme süreci olduğundan, ona katılanları entelektüel düzeyde geliştirir. Ahlaki ihtida: Diyalog sürecinde, tecrübe edilen ve benimsenen doğrular hayata uygulanmaya, yani yaşanmaya çalışıldığından, bu sürece iştirak edenler ahlaki olarak gelişirler. Dinî ihtida: Diyalog sürecinde farklı dinî geleneklere sahip kişiler birbirlerinin inançlarını öğrenmek suretiyle Aşkın Varlık (Yaratıcı) hakkında daha fazla bilgi sahibi olacaklarından, O’na sınırsızca âşık olabilir ve O’nunla her ân beraber olmaya kendilerini adamayabilirler. Nitekim bazı ilim adamları bu tarz ihtida düşüncesinden yola çıkarak, mistik tecrübeyi din diyaloğunun temeli olarak görürken[32] bazıları da dinî ihtidayı diyalog için başlangıç noktası olarak görmekten ziyade, farklı din mensuplarının ahlaki ihtidayı kendilerine temel almaları gerektiğini ifade ederler.[33] Buna göre, diyalog masası etrafında toplanan farklı din mensupları ortak ahlaki ideallerde birleşerek dünyadaki her çeşit zulüm, baskı ve adaletsizliği ortadan kaldırmaya çalışmalıdırlar. Buna göre, çeşitli din mensuplarının birbirleriyle diyaloğa girmesi sadece birbirlerinin farklılıklarını konuşmak ve bunlardan zevk almak için değil, aynı zamanda, dünyamızdaki acı, ıstırap ve zulümlerin de ortadan kaldırılmasını öngören bir olgu olmalıdır. Zira, küçük bir köy hâline gelen dünyamızda farklı din mensupları birbirleriyle konuşmalı ve bu konuşmalarının gereklerini eylem planında hayata geçirmelidir. Çünkü farklı dinsel gelenekler, ancak bu şekilde dünyamızda yoğunlaşan baskı, zulüm ve adaletsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik katkı sunabilirler. İşte bütün bu nedenlerde dolayı, günümüzde dinler arası diyalog bir boş zamanları değerlendirme faaliyeti olmaktan ziyade, bütün din mensuplarının öncelik verdiği bir etkinlik olarak algılanması gerekir.Diyaloğun tanımı, mahiyeti, temel kuralları ve önündeki engelleri konusunda buraya kadar zikrettiğimiz hususları bir arada düşündüğümüzde şu üç temel hususun her zaman akılda tutulması gerektiği sonucuna varmaktayız: (1) Eğer, diyalog süreci yukarıda saydığımız ilkeler esas alınarak tesis edilir ve yürütülürse, o zaman ona katılanlar için verimli ve faydalı olur. Çünkü bu şekilde hazırlanmış bir diyalog sürecine samimi ve ciddi olarak katılan kişiler, onun kendilerine yeni sorular ve yeni imkanlar sunduğunu göreceklerdir. Zira diyalog farklı dinlere mensup kişileri bir araya getirerek onların dinî geleneklerini birbirlerine, somut olarak tanıtmaya yardımcı olur. Bu şekilde de diyaloğa katılan kişiler birbirleri hakkında sahip oldukları kemikleşmiş yanlış kanaat ve düşüncelerden kurtulmuş olurlar. (2) Şayet diyalog süreci yazımızın başında yaptığımız tanıma uygun olarak düzenlenir ve işlerse, diyalog, muhatabımız hakkında bizzat ondan öğrendiğimiz şeyler bizim kendimizi anlamamızı ve kendi geleneğimizi yorumlama tarzımızı etkiler. Kanaatimizce, bu, diyaloğun en can alıcı noktalarından, dahası, en önemli faydalarından biridir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, bu ilkenin karşılıklı olarak işletilmesidir. Yani bir taraf, sadece diğer tarafın değişmesini ve kendi geleneğini anlamaya hazır hâle gelmesini beklememeli, aynı zamanda kendisi de değişerek muhatabının geleneğini anlamaya hazır hâle gelmelidir. Kısaca, öğretme, öğrenme, değişme ve bu değişmeye paralel olarak davranışta bulunma karşılıklı olmalıdır. Bu, şu demektir: Diyaloğa katılan kişiler bu süreçte eğitilir, aydınlatılır ve bu şekilde de İlahi Hakikat veya Aşkın Varlık hakkında daha fazla bilgi sahibi olurlar. Buna göre, diyaloğa katılan kişiler, dinî geleneklerinin, kendi dinî tecrübeleri açısından temsil ettiği merkezî konumu reddetmeksizin onu yegane dinî gelenek olarak değil de, geleneklerden bir gelenek olarak görmelidirler. (3) Diyaloğun yukarıda zikrettiğimiz temel ilkeler üzerine kurulması ve verimli olması için, bu süreçte tartışılacak konuların da, önceden belirlenmesi gerekir. Yani sağlıklı ve verimli bir diyalog için farklı din mensuplarının bir araya geldiklerinde tartışacakları konular önceden belirlenmelidir. Aksi takdirde diyalog, yukarıda da belirttiğimiz gibi, boş zamanları değerlendirmek için yapılan bir etkinlikten öte bir şey ifade etmez. Ancak bunu söylemekle, diyaloğun nihai hedeflerinin önceden planlanmasını ve diyalog sürecinin de bu belirlenen hedefleri gerçekleştirici şekilde düzenlenmesini kastetmiyoruz. Bizim asıl vurgulamak istediğimiz şey, diyaloğun verimli olabilmesi için, bu diyaloğun, kendisine katılanları nihai olarak nereye götüreceği konusunun bu süreçte ortaya çıkabilecek muhtemel yeni gelişmelere açık olması gerektiğidir. Çünkü diyalog süreci ilerledikçe yeni sorular ortaya çıkabilir ve diyalog farklı şekiller alabilir. Öyle ki, başlangıçta taraflar arasında uygunluk arz eden noktalar, sonradan etmeyebilir veya tam tersi başlangıçta farklılık arz eden hususlar kişilerin birbirlerini tanıması arttıkça ortadan kalkabilir.Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz, diyalog, sadece muhatabımıza saygı göstermek için birtakım gerekçeler üretme aracı olarak değil, aynı zamanda onu bizim görmek istediğimizin ötesinde olduğu gibi tanımaya ve takdir etmeye çalışma aracı olarak kullanılmalıdır. Diğer bir deyişle, gerçek ve verimli bir diyalog için ihtiyaç duyulan şey, muhataplarımızın bakış açılarıyla onların inançlarını ve dünyalarını görmeye ve tecrübe etmeye çalışmaktır. Bu bağlamda, Hıristiyan-Müslüman diyaloğu sürecinde şayet Hıristiyanlar Müslümanların inancını anlamak istiyorlarsa, onlar İslam diye adlandırdıkları şeye değil de, dünyaya mümkün olduğu ölçüde Müslümanların gözüyle bakmaya çalışmalıdırlar. Aynı şekilde Müslümanlar da Hıristiyanların inancını anlamak istiyorsa, onlar da Hıristiyanlık diye adlandırdıkları şeye değil de, mümkün mertebe dünyaya Hıristiyanların gözüyle bakmaya çalışmalıdır. Kısaca, ünlü bir Çin atasözünde ifade edildiği gibi, diyalog sürecinde muhatabımızı daha iyi tanımak ve onun hakkında yargıda bulunmak için onun ayakkabılarıyla en az bin adım yürümeliyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder