29 Aralık 2008 Pazartesi

Sadık Vatandaşlık

Sadık Vatandaşlık

Çok bilinçli bir Müslüman olarak, Ramazan, bugünlerde Müslümanların, genellikle kendileriyle ilgili çarpıtılmış bilgilere sahip olduklarını ve böylece İslâm’ın ne olduğu ve insanlık medeniyetine nasıl katkıda bulunmuş olduğunu unutma noktasında bir İslami yaşama tarzı sürmelerinden dolayı bir görev üstlendiğini hisseder. Benzer bir tutumla birlikte, Müslümanlar için, Batı’ya önerilen herhangi bir şeyin hayalini kurmaları da zordur. Onlar, Avrupalı toplumların içinde nasıl aktif bir rol oynanabilir ve onların dâhil olunan ve saygın ortak varlık içinde nasıl bir pozitif etkileri olabilir? Ramazanın hedefi, dini ve kültürel niteliklere saygı karşılığında, ev sahibi ülkenin kanunlarına yönelik önceden en geniş anlamda kabule dayalı olarak bireyi entegre etmektedir.

Ramazan Avrupa’yı Müslümanların garanti edilmiş temel haklarıyla güvenli bir şekilde yaşayabildikleri bir yer olarak gördüğünü söyler. Müslüman almayan çevre içerisinde bir azınlık olarak, onlar İslâm öğretisinin en önemli kısımlarına saygı duyabilir ve bunları icra edebilirler. Bu yüzden onlar Avrupa süresince yasayla garanti edilmiş ibadet, bilgi edinme, özgür kurumsallaşma hakkı ve toplumu temsil eden organizasyonlar düzenleme hakkına sahip olmaları hasebiyle tatbikat için geniş ve önemli ölçüde bir hoşgörüye sahiptirler. Fakat bu kökleşmiş hakların yanında, kültürel sorumlulukları ihtiva eden kimlik hakkı gibi bir takım haklar için mücadele vermiş başkaları da mevcuttur.

Devlet otoriteleri, kültürel niteliğin hesaba katılmadığı Fransa’nın asimilasyon modeli ile, marjinalleşme ve gettoların oluşması riskiyle, adaptasyona dayalı Aqlo-Sakson toplum arasında orta bir yerde, bütünleşme için alternatif bir plan tasarlarken bu unsurları göz önünde bulundurmalıdır. Böyle bir uzlaşma, onların öncelikle kabul etmiş oldukları ev sahibi ülkenin geniş kurallarına dayalı olarak, kültürel ve dini niteliklerine saygı duyulduğu sürece bireyin bütünleşmesine imkân verecektir. Ramazan’ın pozitif entegrasyon dediği şey budur ve bunu da laiklikle çatışma halinde görmektedir.

Bu yaklaşım, artık asli ülkeye geri dönmeyi önermeyen yeni bir Müslüman kimliğinin tanımlanması anlamına gelmekle birlikte, esasında dini bir kimlik çeşidi iddiasındadır. Yeniden inşa edilmiş ve yeniden gözden geçirilmiş bir kimlik, Avrupa’da yaşayan Müslümanları artık yeni Avrupa ortamında bir şey ifade etmeyen kendi ülke menşei ile ilişkili geleneksel kültürden özgürleştirme avantajını da taşır. Bu yeniden oluşturulmuş kimlik, kendisini eski kültürden, asli ve ev sahibi ülkenin tarihi süreçleri ve bunların ikisi arasındaki tartışmalardan uzak tutmak suretiyle, evrensel hale gelir ve aynı zamanda Avrupa şartlarını da daha iyi benimsemiş olur. Bu yeni kimliğin tasviye edilmiş ve sadeleştirmiş bir otantik İslâm araştırmasına dayalı bir reform olmaksızın oluşturulması mümkün değil. Asli ülkeden ayrılmış, yeniden gözden geçirilmiş bir kimlik, vatandaşlık ile daha iyi harmanlanır. Büyük oranda İslâm’a dayanan bir kimliğin yeniden tanımlanması noktasında Ramazan’ın rolü önemlidir ve bu onu kamusal rağbet görmesinde anahtarıdır.

Ramazan’ın takipçileri Fransa ve Avrupa’daki bütün genç Müslümanları içine almaz. Onun kitlesine, entegre problemine sahip (olan) bir kesim dahildir. Bilakis yaygın kanaat, bu kitlenin çok fakir şehir banliyölerindeki gençliği kapsamadığıdır. Fakat temelde, bu kitleye, kendi sosyal ilerleyişinde engelle karşılaşmış, kendisi orta sınıfa yükselen şehirlerdeki insanlar dâhildir. Bazıları oldukça iyi olmalarına karşın kabul görmemişler ve onların yıldırmalarda kurtulmayı başaramamışlarıdır. Bunların birçoğu, Ramazan’ın mesajının onlara kolayca çabukça hem iyi bir Müslüman hem de iyi bir vatandaş olmalarını sağlayacağına inanan, kimlikleri belirsiz olan sosyal Müslümanlardır. Eğitilmemiş bir topluluktur, ille de ulema olmaları gerekmemektedir. Başka bir yaygın kanaatse, takipçilerinin çok genç olduğudur. Bu da aynı zamanda yanlıştır. Onun kitlesi genelde yaşları 30 ile 45 arasında olan ve çoğunlukla da bir dini kurumun üyesi olmayan insanlardır. Bu genç insanlar, Ramazan’dan bilindik bir söylev beklemezler. Bu beklentileri net değil; ama onların bu geleneksel olmayan hatiplerin mesajında Batılıların dikkate aldığı şekilde kendi kültürel farklılıklarını bir açıklama tarzı buldukları görünüyor.

Ramazan duygu ve karizmayı kullanır, onu kendisi doğal olduğu için seven bir toplumu kazanmak için eski ve yeni talim usullerini harmanlar. Çünkü o, yalın bir dil kullandığı ve Avrupa düzeni içerisinde her gün olan yerel şeyler hakkında konuştuğu için bir boşluğu doldurur. Onun mesajı güçlü bir şekilde siyasidir. Arap ve Müslüman dünyasındaki diktatörleri eleştirir. Fakat aynı zamanda insan onurunu ve Allah’la olan ilişkinin meşru ya da gayri meşru şahsi icrasını araştırdığı gibi, manevi ve ahlaki meselelere de vurgu yapar. Bu Ramazan’ın “Müslüman hümanizmi” dediği şeydir.

Herhangi daha büyük bir otorite Ramazan’ı görevlendirmiş değildir. Kurumlara ya da devlet yapılarına aracı olmak onun işi değildir. Acaba onun işi, hükümetlerin benimseyebileceği değerler ve kurallar hususunda tutum ve uygulama geliştirmeye yardım etmek midir? Şayet böyleyse, İslam’ı entegre etmek suretiyle, Avrupa, politikalar ve din arasındaki ilişkinin yeni bir örneği haline gelebilir. Müslümanlar ulusal bağlamda kendi yerlerini bulma talebi için Avrupa vatandaşlığı iddiasında bir ilk olabilirler. Eğer bu olursa, Frank Fregosi’nin önerdiği gibi, “ulusallık temelli aktif dindar” vasıtasıyla Fransa tarzı toplumsal ulusallık sollanıp geçilebilecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder