21 Aralık 2008 Pazar

İnklusivist teorinin diğer önerilere eleştirileri

Dinsel çoğulculuk gerçeği ve hakikat/kurtuluş ilişkisi açısından Hıristiyanlığı ve onun Mesih merkezli (Kristosentrik) kurtuluş öğretisini temel alan, ancak diğer inanç sistemlerinde de Tanrısal inayetin/rahmetin veya bunun bir ifadesi olan Ruhun (Kutsal Ruh'un) faaliyette olduğunu/olabileceğini, dolayısıyla bu dinsel gelenekler içerisinde de bazı kimselerin hakikat yolunda çeşitli mesafeler kat edebileceğini savunan Hıristiyan inklusivistler, hakikat/kurtuluş ve dünya dinleri ilişkisi konusunda farklı yaklaşımlar öneren diğer görüşleri eleştirirler.

Hıristiyan inklusivistlerin kurtuluşu ve hakikati yalnızca belirli bir dine hasreden ve diğerlerini kurtuluş dışı sayan ekslusivist teoriye ve bu teorinin Hıristiyanlık bünyesindeki savunucuları H. Kraemer, R. Nash ve S. Neill gibi ilahiyatçılara karşı en önemli eleştirileri, bu dışlamacı teorinin Hıristiyan öğretilerinin temelini oluşturan kurtarıcı rahmetin evrenselliği ve Tanrının herkesin (bütün yeryüzünün) kurtulmasını arzuluyor olması inancına karşıt olmasıdır. Örneğin evangelik inklusivist Pinnock (1995: 97), geleneksel Hıristiyan teolojisinin daima Tanrının bütün yeryüzünü sevdiğini ileri sürdüğünü, ancak dışlamacı tavrı nedeniyle bu konuda tutarlı bir şekilde konuşmakta zorlandığını vurgular. Ona göre kurtuluş açısından yalnızca belirli sayıda bir azınlığın gizemli şekilde seçilmiş olduğu kanaati oldukça katı ve pesimistik bir yaklaşımdır. İnklusivist teoriye göre ekslusivist yaklaşım, kurtuluş ve hakikat konusunda toptancı davranmakta; belirli bir dini "Tanrının geçerli olan tek vahyi" ve bu dinsel geleneğe bağlanan azınlığı kurtulanlar olarak görürken, diğer dinleri sapkın ve bunların bağlılarını oluşturan büyük çoğunluğu helak olanlar olarak değerlendirmektedir. Oysa kurtuluş ve helak oluş konularında toptancılıktan kaçınmak ve Tanrının kurtarıcı inayeti konusunda daha iyimser olmak gerekir (Okholm/Phillips, 1995: 12) Ekslusivist yaklaşım, belirli bir azınlığın diğerlerine üstünlüğünü ve ayrıcalığını ifade etmektedir. Ancak, İsa Mesih'te kendisini ifade eden merhametli ve seven Tanrının belirli bir kesime ayrıcalık tanırken diğerlerini sapkınlıkta bırakması tanrının rahmet ve sevgi niteliklerine yakışır mı? Hıristiyan inancına göre evrensel sevgi tanrısı olan tanrısal güç, her şeyin ve tüm insanlığın yaratıcısı olan yüce varlık, yarattığı bütün insanların kurtuluşunu ve iyiliğini istiyorsa, nasıl olur da yalnızca küçük bir grubun belirli bir dinsel gelenek içinde kurtulmalarına izin verirken, diğerlerini (çoğunluğu) sapıklıkta bırakır? Bu sorular gerek inklusivizmin gerekse pluralizmin dışlamacı/ekslusivist teoriye karşı teolojik argümanlarının temelini oluşturmaktadır (Hick, 1973: 122).

Hıristiyan inklusivistlerce ekslusivizme yöneltilen bir diğer eleştiri inkarnasyon ve hikmet kavramlarına ilişkindir. Örneğin J. B. Cobb (1987: 88-89), Mesih'in tarihin merkezini oluşturduğunu ve Hıristiyanların ebedi hikmeti onda bulduklarını belirttikten sonra, "Mesih'te inkarne olduğuna (bedenleştiğine) inandıkları hikmetin her yerde ve her zaman mevcut olduğunu" vurgular. Dolayısıyla ona göre bu hikmet, herkes tarafından bilinen hikmettir ve diğer dinsel gelenekler vasıtasıyla da buna erişilebilir. Cobb, diğer dinsel gelenekleri ve bağlılarını toptan sapkınlık içinde gören eksluvizmin bu yaklaşımıyla, Hıristiyan öğretisinde temel olan Kristosentrizmin temeli olan inkarnasyona ilişkin bu hikmet anlayışına karşı çıktığı düşüncesindedir.

Ekslusivist yaklaşıma getirilen bir diğer eleştiri de bu bakış açısının dinlerarası diyalog ve barışa katkı sağlamadığı, insanlar arasındaki uçurumları ve çatışmaları körüklediği kanaatidir. Hem inklusivistler hem de pluralistlerce dile getirilen bu tenkit, dinsel çoğulculuğun günümüzün yalanlanamaz bir realitesi olduğu ve dinlerin birbirlerini dışlamacı yaklaşımlarının evrensel huzur ve barışa katkı sağlamadığı düşüncesinden hareketle yapılmaktadır. Örneğin Rahner, Hıristiyanlığın başlangıcından yaklaşık 2000 yıl geçmesine rağmen farklı dinlerin varlıklarını sürdürmeleri gerçeğinin dikkate alınması gerektiğini belirtmekte ve bunu kendi inklusivist argümanlarına dayanak yapmaktadır.

Son olarak genellikle inklusivistler, ileride değineceğimiz gibi, diğer dinlere yaklaşımlarında Hıristiyan misyonunun bu çevrelerde yayılması kaygısı taşımaktadırlar. Bu çerçevede onlara göre geleneksel dışlamacı yaklaşım, Hıristiyanlık dışı dinsel gelenek bağlılarının tamamıyla sapkın ve kurtuluştan uzak oldukları görüşüyle bu insanlara yönelik Hıristiyan misyonunu zorlaştırmaktadır. Oysa, Hıristiyanlık dışı bu dinsel geleneklerde de Tanrının rahmeti ve inayetinin şu ya da bu şekilde insanları yönlendirdiğinin ve tanrısal Ruhun bu geleneklerde de aktif olduğunun kabul edilmesi, bu geleneklere bağlı olan insanlara Hıristiyan misyonunun daha kolay ulaşabilmesi için gerekli olan diyalog ortamını ve altyapıyı hazırlayacaktır.

Geleneksel dışlamacı tavrı böylelikle eleştiren Hıristiyan inklusivistler, bütün dinsel geleneklerin (özelde Hıristiyanlık, Yahudilik, İslam, Budizm ve Hinduizm gibi dünya dinlerinin) hakikati bir şekilde içerdiğini ve bağlılarını kurtuluşa ulaştırabileceğini savunan ve hakikat-kurtuluş açısından dinlerin birbirlerine üstünlüğünden söz edilemeyeceğini vurgulayan dinsel pluralist yaklaşımı da tenkit ederler. Hıristiyan inklusivistlerin, pluralist bakış açıları arasında bazı farklılıklar olsa da başta J. Hick olmak üzere E. Troeltsch, P. Knitter ve W.C. Smith gibi kişilerce savunulan pluralizme yönelttikleri en önemli eleştirilerden birisi; pluralist bakış açısının Hıristiyan öğretisinin temeli olan Kristosentrik hakikat ve kurtuluş öğretisini reddetmesidir. Hıristiyan kutsal metinlerinde ve bundan kaynaklanan Hıristiyan teolojisinde kurtuluşta temel öğenin "insanlığı hukuk-günah-ölüm kısırdöngüsünden kurtararak ebedi yaşama iletmek için yeryüzünde bedenleşen, acı çekerek çarmıhta ölen ve sonra yeniden dirilen Mesih'e iman" olduğu vurgulanır. Dolayısıyla Mesih, hakikat ve kurtuluş öğretisinde merkezi fonksiyona sahip bir kavramdır. Oysa pluralist teori, hakikat ve kurtuluşun ifadesinde Kristosentrizmin belirleyici olmasını kabul etmemekle Hıristiyanlığın bu temel karakteristik özelliğini reddetmektedir.

Aynı şekilde pluralizm, Hıristiyanlık da dahil, dinlerin hepsinin mükemmel olmadığını zira bunların hepsinin de mükemmel olmayan insan kültürleri içerisinde şekillendiğini ve hiçbirisinin mutlak gerçeğe sahip olduğuna dair bir iddiada bulunulamayacağını ileri sürmesi de hem Hıristiyan inklusivistlerce hem de ekslusivistlerce kabul edilemez. Zira eğer İsa Mesih Tanrıysa ve yeni bir din kurduysa o zaman o din (Hıristiyanlık) Tanrı tarafından kurulan tek ve mükemmel dindir; dolayısıyla diğer hepsinden üstün olmalıdır Hick, 1998a: 541-542).

Pluralizme yöneltilen bir diğer eleştiri, bu bakış açısının dinin hakikat iddiasını tahrip ettiği, buharlaştırdığıdır. Başta Hıristiyanlık olmak üzere her dinsel gelenek bağlılarına kişiyi kurtuluşa iletecek olan bir hakikat öğretisi sunmakta ve bunun mutlaklığını ve mükemmelliğini vurgulamaktadır. Pluralist teori ise, dinlerin hakikat içerdiğini kabul etmekle birlikte, her bir dinin hakikat iddiasının kendi içerisinde doğru olduğunu, fakat hiçbirinin bir başına hakikatin tam ve mükemmel ifadesi olmadığını savunmaktadır.[2] Pluralist yaklaşım bununla yalnızca kişinin kendi dininin nihai hakikat iddiasıyla ilgili düşüncesini reddetmekle kalmamakta, diğer taraftan başka dinlerin hakikat iddiasını da tahrip etmektedir. Bir başka ifadeyle pluralist, yalnızca Hıristiyanlığın hakikat ve kurtuluş iddiasının son/nihai gerçek olmadığını ifade etmekle kalmamakta, diğer dinlerin her birinin benzer iddialarını da reddetmektedir (bkn. Hick, 1998a:.543). Pluralistlerin bu yaklaşımı, Hıristiyanlık, İslam, Yahudilik ve benzeri dinlerin temel iddiası olan "hakikatin mükemmel ifadesi" olma realitesiyle çatışmakta ve mutlak hakikat konusunda dindar kişiyi bir belirsizlik ve bilinemezciliğe itmektedir.

Yine pluralistler, hakikat ve kurtuluş konusunda her dinsel geleneğin kendi anlayışıyla çelişik global bir perspektif çizmektedirler. Her dinsel geleneğin hakikatin bir boyutunu ifade ettiğini ancak tek başına hakikatin tam ve mükemmel ifadesi olmadığını savunan bu yaklaşım, zımnen de olsa dinlerin kendi gelenekleri içerisinde tam olarak algılayamadıkları hakikati ya da gerçeği, pluralistin kendisinin kavradığını ima etmektedir.[3] Bu durum pluralistlere, Hıristiyanlık da dahil bütün dinlere ve bunların hakikat-kurtuluş öğretilerine tepeden bakan kişiler olma niteliğini kazandırmaktadır ki bu aslında emperyalistik bir tavırdan başka bir şey değildir (bkn. Hick, 1998b: 325).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder